17 Eylül 2011 Cumartesi

Tevfik Fikret'in sanat anlayışı - Modern şiir

Tevfik Fikret


26 Aralık 1867 tarihinde İstanbul'da Aksaray'da doğmuştu. Önce Mahmudiye Rüştiyesi’ni, ardından 1888'de Mekteb-i Sultani’yi bitirdi. Birincilikle bitirdiği okuluna 1892 yılında Türkçe öğretmeni olarak atandı. Bu sıralarda edebiyat çevrelerinde tanınmaya başlanmış, Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik ödülüne değer görülmüştü. 1894'te Malumat dergisini çıkaranlar arasındaydı. İlk protesto eylemini 1895'te hükümetin memur maaşlarından kesinti yapmasına tepki olarak Mekteb-i Sultani'deki görevinden istifa ederek gerçekleştirdi. Edebiyat-ı Cedide’nin gözbebeğiydi Fikret, 1896'da Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirilmesiyle derginin ismi Edebiyat-ı Cedide akımıyla bütünleşti. Ancak ne dergilerin yazarlarını besleyecek gücü vardı ne de güvenebileceği bir aile mirası.
Kendisini “Batı düşünce disiplinlerine hâkim bu garip Doğulu muhalif şair” olarak gören Robert Koleji misyonerlerinin davetini işte bu nedenle kabul edecek, dünyanın öbür ucunda aradığı bilim ve sanat cennetini, hemen yanı başında bulacaktı. Düşünce ve davranışlarında hiç değilse okulun kapladığı alan içinde özgürdü artık. Ne yazık ki, dışarısı değişmemişti. II.Abdülhamid devrinin muhaliflere uyguladığı baskılar sürüyordu. Tevfik Fikret de birkaç kez gözaltına alındı, evi arandı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906’da Robert Kolej'in hemen yakınında bir ev yaptırarak “Aşiyan” adını verdi, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti.
II. Abdülhamid’in saltanatına son verip özgürlük vaadleriyle ilan edilen II. Meşrutiyet (1908) Tevfik Fikret’i yeniden ümitlendirdi. Yayımcılığa geri döndü; Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit (Yalçın) ile birlikte Tanin gazetesini çıkardılar; ancak bu da hüsranla sonlanacaktı. Tanin, İttihat ve Terakki'nin yayın organı haline getirilmek istenince buna karşı çıktı ve ayrıldı. Yine de vazgeçilemez bir ismi vardı; Mekteb-i Sultani müdürlüğüne getirildi. Bu kez 31 Mart İsyanı patlamıştı. Olayları protesto ederek istifa etti, öğrencilerin ısrarıyla ikna edildi, sekiz ay sonra yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayarak görevinden bir daha dönmemek üzere ayrıldı. Tevfik Fikret, İttihat ve Terakki iktidarına da muhalifti artık. Zaten zihnen ve bedenen yorulmuştu. Aşiyan’a çekildi. Bedeni, yakalandığı ağır şeker hastalığı sırasında geçirdiği bir ameliyatı kaldıramadı…
Türkiye’de her dönem bir bellek yitimiyle başlar; eskiler, sanki hiç yaşamamış, hiç üretmemiş, toplumsal zihniyete hiç etki etmemişçesine, milli eğitim müfredatının sevimsiz “Edebiyat Bilgisi” kitaplarında soluk birer çehre olmaya terk edilirler. Tevfik Fikret, eskilerin en “şanslı”larından sayılırsa da, hala hatırlarda kalması şiirleri ve modern şiire yaptığı katkılarından değil, siyasi amaçlı kısır polemiklere çerez yapıldığındandır. Bugünlerde ölümünün 90.yılı münasebetiyle bir kez daha andığımız Fikret, Aydınlanma ideallerine, eşitlik ve özgürlük düşüncesine bağlanmışlığıyla, toplumsal sorunları şiirlerine ateşli bir dille taşımasıyla, muhafazakar kesimlerin en ağır saldırılarına maruz kalmış Osmanlı aydınlarının en önemli ismidir.
Modern Şiirin Temsilcisi
Osmanlının son döneminde yetişen Tevfik Fikret’in şiirleri bu dönemin bütün gerilimlerini barındırır. Şairliğinin yanında sanat konusundaki birikimi, fikirleri ve ressamlığıyla da dikkat çeken Fikret, Osmanlı şair geleneğindeki saray himayesine sığınmışlığı reddetmesini bilen, korku, kuşku ve gerilim içinde yaşamasına rağmen iktidarların gölgesine sığınmayan, emeğiyle geçinen, kendi ifadesiyle “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bir sanatçıydı. Sanat hayatını alıntılarla özetleyeceğim:
“Küçük yaşlarda yazmaya başladığı ilk şiirlerinde iç dünyasından gelen sesleri yansıtmaya çalışan Tevfik Fikret, Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiir anlayışları arasında uzun bir arayış dönemi geçirmiştir. Daha sonra Fransız şiiriyle tanınmış ve özellikle Françoıs Coppe'den etkilenerek kendi şiiri aramaya başlamıştır. Fikret'in Fransız edebiyatındaki "şiirsel yazı" türünün etkisiyle dize sonlarını değişik eylem kipleriyle ya da eylemsiz bağladığı şiirleri, beyit bütünlüğünü kırıp dizeyi özgür bırakması aruz ölçüsünün katı kalplarını genişletmiştir. Fikret aşırı titiz tutumu ve en küçük ayrıntılar üzerinde durmasıyla kendine özgü bir üslup yaratmış ve çağına damgasını vurmuştur. Biçimsel kaygıları hiçbir zaman bırakmamış, sürekli yenilik aramıştır. Rübab-i Şikeste'de (1900), toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerinin yanı sıra günlük konuşma diline yakın şiirleri de vardır. Betimlemelerindeki ayrıntı ustalığı ressam kişiliğiyle de ilgili olan Fikret'in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye varan bir uyum görülür. Oğlu Haluk'un, onun şiirlerinde büyük etkisi olmuştur. İkici şiiri Haluk'un Defteri'ndeki (1911) şiirler, en iyimser ve umutlu şiirlerdir. Bu şiirlerinde Fikret oğluna ve Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurt sevgisi, hak ve hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütlemiştir. Rübabın Cevabı'ndaki (1911) "Tarih-i Kadime Zeyl" şiirinde de Mehmet Akif'in (Ersoy) suçlamalarına karşılık vermiş, din ve doğa konusundaki görüşlerini ortaya koymuş, kendisinin de doğanın bir izleyicisi olduğunu söylemiştir. Şermin ise (1914) Fikret'in, yalın bir dil ve kısa dizelerden kurulu dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirlerinden oluşur.
Fikret, bir şâir olarak ülkenin içinde bulunduğu bu şartlardan derinden etkilenmiş, kâh Ömr-i Muhayyel’i (1898) yazarak her hakikatten uzak, herkese meçhul bir diyara gitmek, kaçmak, bütün insanlardan uzak orada yaşamak istemiş, kâh Gayya-yı Vücut’u (1899) yazarak hayatı ‘solucanlarla, sülüklerle, yılanlarla dolu’ kokuşmuş bir bataklığa benzetmiş, kâh Sis’i (1902) yazarak imparatorluğu sembolize eden imparatorluk başkenti İstanbul’u mel’un ve menfur bir şehir olarak tasvir etmiş ve yaşlı, ahlâksız bir kadına benzetmişti.
Bütün bu şiirlerinde karamsar, bedbin ve gelecekle ilgili bütün umutlarını yitirmiş, melânkoli içinde kıvranan Rübab-ı Şikeste şâirinin, 1905 yılında yazdığı Sabah Olursa şiirinde hayat karşısında takındığı tavır, önemli bir değişikliğe uğrar. Sabah Olursa şiiri, Fikret’in içinde, büyüyen oğlu ile beraber sosyal bir kurtuluş ümidinin uyandığını gösterir.
Bir sanatçı ve entelektüel olarak Fikret, sorunlara karşılık aradıkça, dünya görüşü yaşadığı dönemin kültür koşullarını aşmıştır. Özgürlük ve eşitlik anlayışı ezilen insanların çıkarları doğrultusunda toplumsal bir öz kazanmıştır. Sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirmiş, belli egemen sınıfların koyduğu yasalara ve yönettiği devlete karşı çıkmıştır. Ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılan kitleleri kağıt üstündeki siyasal özgürlüklerinin bir anlamı olmadığını göstermiştir. Fikret'in düşüncesinde en önemli yan insana verdiği önemdir. Ona göre bütün sorunların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan duyarlığı ve sezgi gücü değil, düşünme gücü ve aklıdır.”
Ölümünden Sonra
Siyasi yelpazenin bütün renkleri için Tevfik Fikret’in başka bir anlamı var. Ama asıl kavga, sanki bir zamanlar Fikret’le Mehmet Akif Ersoy arasındaki yaşanan polemiğin taraflarıymışçasına Kemalistlerle İslamcılar arasında: Kemalistler Fikret’in, ilericilik vasfını öne koyarken İslamcı kesimden hainliğe varan suçlamalar yükseliyor. Bunda Tevfik Fikret’in materyalist bir özle bütünleştirdiği pozitivist düşüncesinin, ateistliğinin, Batılı hayat tarzını benimsemişliğinin rolü var. H. B. Kahramanın ifadesiyle; “Türk modernleşmesi, bugünlerde tartışılan Abdullah Cevdet'in ve daha başkalarının da katkılarıyla bu noktadan koparak ileriye çıktı. Mustafa Kemal'in Fikret'le örtüşmesini sağlayan buydu. Bu da kökleri Beşir Fuat'a kadar inen oradan 'vulger materialismus'a çıkan, biyolojizme uzanan bir serüvendir. Bu çok yakın bir tarihte yaşadığımız bir süreç olmasına karşın bize neredeyse bütünüyle yabancı.”
İşte bu nedenle, Cumhuriyet modernleşmesinin geçmişten miras aldığı az sayıda insandan birisi oldu Fikret. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Fikret üzerine yapılmış çalışmalar (Mehmet Ali Ayni’nin “Reybilik, Bedbinlik, Lailahilik Nedir?”[1927], Cazibe Aydın’ın “Tevfik Fikret, Konfüçyüs, Rubens”[1961], Salih Keramet Nigar’ın “İnkılap Şairi Tevfik Fikret'in İzleri”[1943], Sabiha Zekeriya Sertel’in “Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi”[1946] ve “İlericilik Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret”[1969], Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Tevfik Fikret”[1937] kitaplarına bakılabilir), şair kimliğinden çok fikirleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
Cumhuriyet modernleşmesini ve Batılılaşmayı eleştirenler de aynı refleksi gösterdiler. Tevfik Fikret’e –ve Cumhuriyet zihniyetine- karşı çıkarken kullandıkları en çarpıcı kanıt, Fikret’in şiirlerinde geleceğin umudu olarak simgeleştirdiği oğlu Haluk’un dinini ve ülkesini değiştirmesiydi.
Bütün bunları bir kenara bırakıp düşünce tarihinde bir yere oturtmak mümkün olacak mı Tevfik Fikret’i? Ya da duygu ve düşüncelerinin şiirinde nasıl vücut bulduğunu, şiirlerinin estetik boyutunu önyargılarımızı bir kenara bırakarak tartışabilecek miyiz? Sanıyorum ancak o zaman Tevfik Fikret’in entelektüel dünyasını anlayabileceğiz.
Serol Teber’in sözleriyle bitireyim: "İdeal dünyayı özlemesine rağmen, yaşadığı gerçek dünyaya karşı duyduğu ontolojik öfke ile bunu örtmeye, sarıp sarmalamaya çalıştığı patolojik erdemliliği arasındaki çelişkili bunaltı onu sürekli huzursuzlaştırmış, hırçınlaştırmış; çıldırtmıştır. Bir tutunamayandır Fikret. Traji-komik çaresizliğine gülümseyen.”


A. Ömer Türkeş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder