23 Eylül 2011 Cuma

İnsan ve Hayvanların Özelliklerinden Yararlanılarak Hangi Bilimsel Gelişmeler Yapılmıştır?

İnsan ve Hayvanların Özelliklerinden Yararlanılarak Hangi Bilimsel Gelişmeler Yapılmıştır?

Boyu Belirleyen Gen!

Bazı insanların diğerlerinden daha uzun olmasının nedeninin genetik şifrelerinde yer alan tek bir harfte kaynaklandığı ortaya çıktı.
Harvard ve Oxford üniversitelerinin katkılarıyla yapılan bir araştırmada, insanlarda boyu belirleyen gen bulundu. 35 bin kişinin DNA"larını inceleyen uzmanlar, bazı insanların diğerlerinden daha uzun olmasının nedeninin genetik şifrelerinde yer alan tek bir harfte kaynaklandığını ortaya çıkardı.


T yerine C harfi
Araştırmaya göre, boyu belirleyen "HMGA2" adlı genin, şifresinde T yerine C harfi bulunan bir kopyasının çocuğa geçmesi halinde, bu kişinin boyunun yarım santimetre daha uzun olacağı anlamına geliyor.

Tüm DNA"lar adenin (A), sitozin (C), guanin (G), ve timin (T) olarak adlandırılan temel yapı taşlarının farklı dizilimlerinden oluşuyor.

Tek gen herşeye kadir
İlk defa, boyu etkileyen tek bir gen keşfedildi.

Ortalama beyazların dörtte biri, genin iki farklı 'uzun' genetik şifresini taşıyacaklar. Diğer dörtte biri ise iki 'kısa' genetik şifreyi taşıyacaklar.

5 bin beyaz gönüllü hastanın DNA örneklerini inceyen Harvard Üniversitesi, Boston Çocuk Hastanesi ile İngiliz araştırmacılar, HMGA2 adlı genin çok etkin bir rol taşıdığını belirlediler. Bilim adamlara, ayrıca bir genetik şifrenin değişmesiyle, vücüdun gelişiminde büyük bir fark yaratılabileceğini söylediler.

Araştırmanın faydası büyük
Araştırma sorumlusu Joel Hirshhorn, "Uzunluk çok karışık bir özellik, genetik ve genetik olmayan faktörler içeriyor. Genetik çerçeve hakkında bizim için değerli bir ders olucak. Ayrıca bu araştırmanın diyabet, kanser ve insan hastalıklarınada faydalı olacağını düşünüyoruz" şeklinde yorumladı.

2005"de yayımlanan bir araştırmada, HMGA2"nin tümör oluşumunuda etkileyebileceği ve uzun boylu insanların kanser olma ihtimallinin daha yüksek olduğu açıklanmıştı.

GENETİK ÖRNEKLEME


Josef Penninger Avusturya Bilim Akademisi Moleküler Biyoteknoloji Enstitüsü Başkanı
25 yıl sonra çocuklarımız osteoporoz gibi hastalıkların varlığından yalnızca tarih kitaplarında tanık olacaklar ve belki de o güne gelindiğinde dokuların kök hücrelerle nasıl onarılacağını öğrenmiş olacağız. Söz gelimi kemik yitimi gibi, bedenin temel düzenekleriyle hastalıkların nasıl bir düzenek içinde meydana geldiğini kavramamıza yardımcı olan hayvanlar üzerindeki genetik örneklemeler son 25 yılın tıptaki en önemli gelişmelerinden biri oldu. Bu düzeneğin kavranması yeni ilaçların geliştirilmesine de olanak tanıdı. Ne var ki, kanserin üstesinden gelme konusunda bu denli umutlu değilim. Bir hastalığın hızla tüm dünyaya yayılabileceğinden kaygılıyım.

SARS minicik bir virüsün insanların davranışlarını, ekonomi ve ulaşımı nasıl etkileyebileceğinin, kamu sağlığı sistemimizin böyle bir durum karşısında nasıl yetersiz kaldığının çarpıcı bir örneğiydi. Üstelik, SARS bir bakıma zararsız sayılabilecek bir virüstü. Birtakım zeki insanların insanların doğuştan sahip oldukları davranışların genetik kökenlerine ineceklerine inanıyorum.


Üreme ve aşk gibi davranışların dizginlerini elinde tutan nedir?
Kanımca bilimde devrim yaratacak bir başka gelişme de, iltihaplanma ya da kanserin söz konusu olduğu durumlarda, hatta en sevdiğimiz sinema yıldızını doktorumuzun muayenehanesinde videodan izlediğimiz sırada bedenimizdeki hücre ve moleküllerin gözlenmesine olanak tanıyan yeni görüntüleme yöntemlerinin geliştirilmesi olacak. O zaman kendimizi moleküler açıdan kavramış olacağız. Oysa, şimdilik bilgilerimizin çoğu kestirimlere dayanıyor.


Bir Meyve Sineğiyle Bir İnsan Arasındaki Fark Tam Olarak Nedir?

Proceedings of the National Academy of Sciences Dergisi'nin Mayıs 2008 sayısında yer alan bu araştırmaya göre; insanoğlu basit bir meyve sineğine göre yaklaşık 10 kat, tek hücreli bira mayasına göre ise 20 kat daha fazla protein etkileşimine(protein interactions) sahip.

Faklı organizmaların sahip olduğu gen sayıları kıyaslandığında protein etkileşimleriyle orantılı olmayan sürpriz sonuçlarla karşılaşılıyor. Örneğin, insanın sahip olduğu gen sayısı yaklaşık 24,000 iken, meyve sineği yaklaşık 14,000 genin sahibi. Yani insanoğlunun gen sayısı meyve sineğinin 2 katı bile değil.

Proteinler arasında gerçekleşen etkileşimler, insan vücudundaki tüm fizyolojik sistemlerin içinde yer alır. Vücudun yiyecekleri sindirmesi, sıcaklık değişimine uyum sağlaması veya bir enfeksiyonla savaşması… Tüm bunlar çok sayıda protein etkileşimi kombinasyonlarıyla ilintilidir.

Araştırmacılardan Profesör Michael Stumpf , bu yeni çalışmanın önemini vurgularken şöyle diyor:

“Bilim insanları belli bir süredir protein etkileşimindeki kompleksliliğin organizmanın gelişmişlik düzeyini tanımlayabileceğine inanıyorlardı. Fakat şimdiye dek organizmanın protein etkileşim ağı sayılara dökülememiş ve haliyle canlılar arasında bir karşılaştırma yapılamamıştı. Bu çalışmayla bu etkileşimler tanımlandı ve haritalandırıldı.”

Bilim adamları bizim insani özelliğimizle daha ilişkili olan vücuttaki toplam protein etkileşim sayısını “insan genomu” adlandırmasına benzer bir şekilde “insan interaktomu - human interactome” olarak adlandırıyorlar.

Profesör Stumpf ekliyor:

“İnsan genomu, bizim diğer basit canlılardan farkımızın nedenini açıklamada kesinlikle yetersiz kalmaktadır.”

İnsan Vücudunun Sırları

*O kadar çok karbon taşırız ki bunları bîr araya toplayıp kullanmak mümkün olsa; 9000 adet kurşun kalem yapabiliriz. 2200 kibrite yetecek kadar fosforumuz, 250 gramdan fazla sürfürümüz, bir kaşık dolusu muz magnezyummuş, 5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demirimiz vardır.

*Vücudumuzda 25 milyar oksijen alıcı kırmızı kan yuvarlakları bulunmaktadır. Bunları bir yüzey üzerine yayacak olursak 2570 metre karelik bir alanı kaplar.

*Bebekken 270'den fazla kemiğimiz varken, büyüdükçe bunların bazısı birbiriyle kaynaşarak sonunda sadece 206 kemikle kalırız.

*Kalbimiz normal olarak dakikada 70-72 kere atar. Bu atışa göre, 70 yaşındaki insanın kalbi 2500 milyon kere atmış ve bu süre içindede 167561600000 kilo kan, damarlarımıza pompalamıştır

*Normal bir vücut ısısı ile, insanın dayanabileceği en sıcak suyun ısısı 110°C 'dir.

*Normal bir insan vücudunda bulunan elektrik, 25 Wattlık bir lambayı dakikalarca yakabilir.

*Esmerlerde 120 bin, sarışınlarda ise 140 bin adet saç teli vardır. Her geçen gün başımızdan 25.000 arasında saç teli kopar ve yerine yine aynı sayıda yenileri çıkar.

*Tek bir dakika içerisinde 1025 cm küplük havayı içimize çeker, 4 kilograma yakın kanı vücudumuz içinde devrederiz.

*Yapılan araştırmalara göre 6 dakika su altında kalabilir, 20 dakika nefesimizi tutabilir, sıfırın altında 103 derecelik bir soğuğa karşı koyabiliriz. 30 gün aç 110 saat da uykusuzluğa dayanabiliriz.

*Tırnaklarımız bir yılda 3,75 metre kadar uzar.

*İnsan doğduktan bir kaç gün sonraya kadar, hiç birşey duymayacak kadar sağırdır.

*Vücudumuzda bulunan yağla 7 iri sabun kalıbı yapabiliriz.

Atlar Neden Ayakta Durur?

Atların Bacaklarındaki kemikler ve bu kemikleri birbirine bağlayan bağlar özel bir biçimde birbirine kilitlenebilir.Atlar bu sayede hiç yorulmadan günlerce koşa biliyorlar.Ve ayakta uyuya biliyorlar.Bu yüzden uyumasalar bile dinlenmek için çoğu zaman ayakta durmayı tercih ederler.Yine'de atlar uzanarakta uyuya bilir,dinlene bilirler.Ancak atlar çok ağır ve kaslı hayvanlardır.Buna karşın kemikleri çok kırılgandır.Uzun süre uzanarak uyumak atların kemiklerini zedelenmeye uğrata bilir.Ayrıca,yere uzandıkları zaman kalp ve akciğerleri vücuda baskı yapar.Buda onların düzgün soluk almamalarına ve kalpe kan pompalanmamasına neden olabilir.Yinede uzandıkları yerde kendilerini rahat hissetikleri zaman kısaca şekerlme yapabilirler.Özellikle bunu genç atlar yapar.Vücutları daha küçük ve daha hafif olduğu için zarar görme olasılıkları daha azdır.


Deniz Canavarı Fosili En Büyük Deniz Sürüngeni

Norveçli bilim adamları, Kuzey Buz Denizi’ndeki bir adada gün ışığına çıkardıkları “deniz canavarı” fosilinin bilinen en büyük deniz sürüngenine ait olduğunu açıkladı.
Oslo Doğa Tarihi Müzesi yetkilileri, Svalbard adalarındaki Spitspergen’de 2006’da bulunan fosilin 150 milyon yaşında olduğunu ve Jurassik dönemi bu su canavarının adada bulunan 40 deniz sürüngenine ait hazineden biri olarak görüldüğünü belirttiler.
Norveçli araştırmacılar, burnundan kuyruğuna 15 metreden uzun olan ve “The Monster” (Canavar) adı verilen türün, daha önce Avustralya’da bulunan “Kronozor” adı verilen ve şimdiye dek bilinen en büyük deniz sürüngeninden yüzde 20 oranında daha uzun olduğunu bildirdiler.
Kazı direktörü Dr. Jorn Hurum, kazıda buldukları tüm kemikleri önceki gün birleştirdiklerini ve “gözlerine inanamadıklarını” belirterek, hayvanın sadece yüzgecinin 3 metre uzunluğunda olduğunu ve daha önce böyle bir şey görmediklerini kaydetti.
Norveçli araştırmacılar, yaptıkları araştırma sonucu, ellerindeki fosilin bilinen en büyük deniz sürüngenine ait olduğunu belirlediklerini söylediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder