17 Eylül 2011 Cumartesi

Rönesans nedir - Rönesansın Getirdiği aydınlanma - Sanat Akımları

RÖNESANS


Sözcük genel anlamda, İTALYA'da 15 .yy1 da başlayan ve l6.yy'da doruk noktasına ulaşan entelektüel bir etkinliği içermektedir. Rönesans terimi ilk kez 15.yy'da "klasik öğretinin yeniden doğuşu "mı tanımlamak üzere kullanılmış, daha sonra VASARİ’nin 1550 tarihli ünlü Le Vite de piu eccelenti architetti, pittori e scultori İtaliani... (En Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykelcilerin Yaşamları...) adlı kitabında "sanatların yeniden doğusu" anlamında ele alınmıştır. Daha sonra bu "yeniden doğuş" düşüncesinin sistemli bir biçimde geliştirildiği izlenmektedir. Terimin anlamının edebiyat ve sanal etkinliği olarak belli bir dönemi içermesi ve yaygınlaşması 18.yy'da başlamıştır. Fransız yazar Jules -Michelet (1798-1874) Fransız tarihinin bir bölümüne La Rsnaiisance (1855: Rönesans) adım vermiş, RUSKIN'se The Rönaissance Period (Rönesans Dönemi) ifadesini Tbe Stones of ferace (1851: Venedik'in Taşları) adlı yapıtında kullanmıştır.Bir süre sonra 1860'ta İsviçreli sanat tarihçisi Jacob Burck-hardt (1818-971 İtalya'da Rönesans kültürünü organik bir bütün olarak tanımlamıştır. Ona göre, "dünyanın ve insanın keşfi" klasik edebiyatın yeniden doğuşundan çok, insan düşüncesinin yeni atılımlarına bağlıdır. Terimin böylesine geniş tanımlanması, dönemin sınırlarının çizilmesini özellikle zorlaştırmaktadır. Eğer "dünyanın keşfi" sanatta DOĞALCILIK anlayışına doğru bir gelişme anlamına kullanılırsa, benzen eğilimlerin genellikle GOTİK olarak tanımlanan 13.yy Fransız sanalında da izlendiği öne sürülebilir. Ancak, burada "Rönesans" sözcüğü tanımlanırken, KLASİK değer ölçülerine bilinçli olarak yeniden dönüş ve klasik örneklerin bilinerek ve istenerek taklit edilmesi gerçeği üzerinde durulmuştur. Rönesans, kaynağını Antik Çağdan alan 14.yy hümanizminin dereceli gelişmesinin bir sonucudur. Bu yeniden buluş çağı, geçmişin ve insan saygınlığının, sanatçı kişiselliği-nin de yeniden bulunduğu dönemdir. Rönesansın İtalya'da ortaya çıkışının başlıca nedeni 15.yy'da ülkedeki ekonomik canlanmadır. Yeni dünya görüşünün güç kaşanmasında hümanistler kadar, Floransa Cenova ve Venedikli banker ve tüccarların da büyük rolü olmuştur. Edebiyat, felsefe, bilim, sanat ve siyaset alanlarında ortaçağ kavramlarının değişmesi, yeni bir dünya görüşünün değer kazanması anlamını içeren Rönesans terimi, yalnızca İtalyan toplumuna ait değildir. 15. ve l6.ncı yüzyıllarda genel anlamıyla tüm Avrupa ülkeleri için geçerlidir.

İtalyan Rönesansı; Erken Rönesans (1410-20'den 15,yy sonuna), Yüksek (Olgun) Rönesans (16.yy'ın l.yarısı) ve Geç Rönesans (16.yy'ın 2.yarısından 17.yy'al olarak başlıca üç bölümde incelenmekte dır. İtalya dışında İSPANYA. Portekiz, FRANSA, Flandre (BELÇİKA), ALMANYA, İNGİLTERE İskandinavya ve Doğu Avrupa ülkeleri. Rönesans hareketinin görüldüğü başlıca ülkelerdir.


MİMARLIK:


İtalya'da yeni yapı üslubunun öncüsü Floransalı mimar BRUNELLESCHI'dir. Brunelleschi, gerçekleştirdiği yapılarda tüm Gotik ayrıntıları ayıklamış, onun yerine, klasik mimarlık programında yer alan sütun, ayak, sütun başlığı, silme ve saçak gibi öğeleri kullanmıştır. Çağdaşları onun kullandığı bu yeni üsluba maniera alvantica (antik üslup) adını ver-inikler ve Gotık'le karşıtlığını belirtmişlerdir. Rönesans mimarlığına ilişkin düşünceler ALBEHTI'nin De re aedificatoria (Mimarlık Ürerine) adlı kitabında kurala bağlanmış ve örneklen m iştir. Ayrıca VİT-RUVIUS'un De Architectura Libri Decem'i (Mimarlık Özerine On Kitap. 1990) bu dönemde yeniden yazılmıştır. I5.yy'ın Floransalı mimarları, ROMA dönemi yapıtlarını inceleyip, bunların kopyalarını yapmakla yetinmemişler, onları aşan yem yapıtlar yaratmayı amaçlamışlardır. Floransa Katedrali'nin kubbesinin yapımıyla 1420'de yeni üslubun başlangıcını simgeleştıren Brunelleschi Euklides'in (Öklit) geometri kurallarına temellendirdiği PERSPEKTİF bilimini, Gotik mekân kavramına karşıt bir mekân tasarımında kullanmıştır. Roma sanatıyla, 11. ve l2.yy'ların Floransa ROMANESK mimarlık anlayışını birleştirerek yalın ve uyumlu ölçülerin egemen olduğu bir mimarlık arayışına gir-mistir. Rönesans kuramcıları, "mikrokozmos" (ya-da ideal insan vücudu) ile karşılaştırdıkları "mimari yapının ORAN'Iarının ve oranlar arası ilişkilerin evrensel bir UYUM'u yansıttığını Platoncu bir görüşle açıklamak istemişlerdir. I5.yy'ın başka ünlü mimar ve kuramcısı olan Alberti, Platon düşüncesine göre en yetkin biçimler sayılan, uzunlamasına yerleştirilmiş dikdörtgen ve dairesel zemin planlarından hareket etmiş, tümüyle yeni düzen-meler denemiş, yapıtlarında eksiksiz uyumu aramıştır. Ünlü yapıtı, Rimini'deki Tempio Malatestiafio'nun (Malatesta Tapınağı) cephesi bir Roma ZAFER TAKI'ndan esinlenmiştir. Floransa'da Rönesans yapılarına kütlesel, anıtsal ve yalın bir görünüm egemendir. CEPHE'ler RUSTIK denen kaba yönü ya da perdahlanmış düz yüzeylerden oluşur.

Dor, İon ve Korinth düzenleri (Düzen), çağın ünlü tüccar ve banker ailelerinin saraylarının (PALAZZO) cephelerini süsler. katlar birbirinden KORNİŞ'lerle ayrılmıştır. yatay dikdörtgen konumlu yapıların taşkın saçakları zengin bir biçimde roma dönemi örgeleriyle bezelidir. cephelerde mimarlık öğeleri simetrik ve dengeli dağılmıştır.

Floransa dışında da pek çok merkezin I5.yy üslubunun gelişmesine katkıda bulunduğu izlenmektedir. Alberti, Roma, Rimini ve Mantova'da yapılar tasarlamış, izleyicilerinden Rossellino, Pienza kentini Papa II. Pius (pd. 1458-64) için yeniden düzenlemiş. Dalmaçyalı LAURANA bu dönem sivil mimarlığının en ünlü örneği olan Urbino'daki Düklük ının onarımını ve ek yapılarını gerçekleştirir. Milano'da FILARETE, Rönesans üslubunu de Poveri di Dio (Ospedale Maggiore) adlı lustanede uygulamış; 1489 dolaylarında Venedik'te S.Mana dei Miracoli Kilisesi, LOMBARDO tarafından aynı anlayışta yapılmıştır. FRANCESCO Di GIORGIO ve G.SANGALLO gibi sanatçılarsa Yunan haçı üstüne kubbe yerleştirerek merkezi planlı yapılan yeğlemişler ve bu plan türünü, 15.yy'ın ideal KİLİSE planı olarak görmüşlerdir. Merkezî planı deneyen önemli mimarlardan biri de BRAMANTE'dir. Saf Rönesans mimarlık üslubunun temsilcisi sayılan Urbinolu sanatçı, Milano ve Roma'da çalışmıştır. Roma'da Tempietto di San Piçim in Montorio (1502) ve Belvedere gibi yapılan kendini izleyen kuşaklarca klasik örnekler sayılmıştır. Bramante'rün tasarımlarının anıtsallığı, Yüksek Rönesans'ın, Roma mimarlığının yalnızca üslubuna değil aynı zamanda ölçülerine de ulaşma isteğinin sonucudur. Sanatçının geniş mekân ve anıtsal ölçüler üzerinde yoğunlaşan üslubu tüm l6.yy'a egemen olmuş, bu dönemde Roma önemli bir merkez durumuna gelmiştir. PERUZZI, RAFFAELLO ve VIGNOLA, MICHELANGELO'nun MANİYERİZM'e yol açan dramatik üslubuna karşı klasik mimarlık anlayışını savunmuşlardır.

Rönesans üslubu Kuzey Avrupa ülkelerine oldukça geç bir tarihte girmiş, öncelikle kralların ve soyluların saraylarında ya da büyük ticaret merkezlerinde benimsenmiştir. Fransa, Rönesans mimarlık üslubunu, 1494'te başlayıp Milano ve çevresinin Fransız egemenliğine girmesiyle sonuçlanan istilalar sırasında tanımış, I.François (hd.1515-47), LE-ONARDO DA VİNCİ gibi İtalyan sanatçıları çevresinde toplamıştır, lö.yy başlan, Loire kıyılarında Blots ve Chambard gibi Fransız Rönesans Şatolarının ortaya çıktığı dönemdir.

Bu yapılarda İtalyan bezemesi ve klasik düzenler Gotik bünyeye eklenmiştir, l6.yy'in ikinci yansından sonra, Fransa'da artık İtalyan modellerin kopya edilmediği, mimarların doğrudan antik kaynakları örnek aldıkları görülmektedir. II.Henri döneminde (1547-59) İtalyan etkilerini özümlemiş olan LESCOT ve DELORME gibi mimarlar yetişmiştir. Simetrik düzenlemeler, katların anıtsal boyutta antik sütunlarla geçilmesi, sarmal merdiven öğesinin yaygın kullanımı, Fransız Rönesans üslubunun özellikleridir.

15. yy sonlarında İspanyol mimarlığına, MUDEJAR öğelerle karışmış olarak İtalyan, Fransız ve Fla-(BELÇİKA) etkilerinin yer aldığı, PLATE adı verilen bir üslup egemen olmuştur.

Enrique de Egas'ın (1455-1535) gerçekleştirdiği Salamanca Üniversitesi girişi, Santiago de Compostela Krallık hastanesi, Avila San Tomas, Madrid San Jenomino, Los Reyes San Juan gibi çok sayıda manastır kilisesi bu üslubun örnekleridir. 16. yy ortalarında, V. Karl yönetimindeyse İtalyan etkisinin baskınlığı söz konusudur. Plateresque üslubun bezeme bolluğunun tersine, Juan Batista de Toledo'nun (Ö. 1567) planlarına dayanarak Juan de Herrera'nın (1530-97) gerçekleştirdiği manastır. Saray El Escorial (1563-84) klasik,ve yalın bir İtalyan Rönesans’ı örneğidir. V.Karl'ın mimarlarından COVARRUBIAS'ın Toledo Alkazan, Salamanca'daki Büyük Kofefi; Pedro (0.1550) ve Lois Machua'nın yapıtı Granada V.Karl Sarayı, İspanyol mimarlarca gerçekleştirilmiş ama İtalyan etkileri taşıyan örneklerdir. Bunlara ek olarak Juan Gomez de Mora'nın (1580-1648) Madrid'deki Plaza Mayor'u (Büyük Meydan) ve Martin Diaz Novarro'nun Granada Kançılarya Binası İspanyol Rönesansı'nın başlıca temsilcileridir. I5.yy'ın sonlarından l6.yy'a kadar Portekiz'de, MANUEL ÜSLUBU adı altında bir mimarlık anlayışı gelişmiştir. Geç Gotik üslubun karmaşık TONOZ sistemlerinden ve "Moresk" (Mauresque) üslubun yoğun bezemesinden kaynaklanan bu fantastik görünümlerin örneği, lö.yy başında Belem Hieronymuscular Manastın'dit. lö.yy'ın sonlarında, Joâo de Castilho'nun (etk.1515-52) yapıtı Coimbra Sarayıysa, İtalyan etkisi altında Manuel bezemeden büyük oranda arınmanın örneğidir.

Flandre'a İtalyan tarzı, kuzey ülkelerine has bir özellikle, bezeme üslubu olarak girmiş, Gotik binalara yeni bezeme örgeleri uyarlanmıştır. Bu nedenle, mimarlardan çok, VRIES gibi bezeme ustalarının adlan günümüze ulaşmıştır.

1540'a doğru, bezeme üslubunun aşırılığına tepkiler başlamıştır. Flandre'daki en eski Rönesans yapısı, Malines'de (b. Mechelen) yan Gotik yan Fransız Rönesansı etkili Avusturyalı Margarete Sarayı'da (1517). Aynı dönemden Malines Saumon Evi- Gand Bateliers Evi; Audenarde Belediye Binası; Liege Piskopos-Prens Sarayı (1525) gibi yapılar Gotik ve Rönesans üsluplarının birlikte yer aldığı örneklerdir. "Floris" denen Çömeliş de Vriendt'in (1514-75) gerçekleştirdiği Anvers Belediye Binası (1561), rustik duvar örgüsü, Floransa tipi LOGGIA'lar gibi İtalyan özellikleriyle, çatı penceresi, sivri çatı alınlıkları gibi yerel mimarlık özelliklerinin kaynaştırdığı ilginç bir Kuzey Rönesansı binasıdır. Bu yapı, 1564 tarihli Lahey Belediye Binost'nda görüldüğü gibi Hollandalı mimarları etkilemiş ve "Floris" üslubu adı altında BAROK çağın sonlarına kadar Almanlarca uygulanmıştır.

Rönesans üslubu Almanya'ya ancak l6.yy'in ikinci yarısında girmiştir. Ülkenin güneyinde, Augsburg'da Elias Holl'ün (1573-1046) kullandığı PAL-LADIO etkili örgeler doğrudan İtalya'dan ithal edilmiştir. Almanya'nın kuzeyinde ve Ren Bölgesindeyse Flandre yoluyla girmiş Kuzey Rönesansı egemendir. İtalyan etkisi Saksonya ve Silezya'da güçlüdür. Torgau'da Hartenfels Şatosu (1533-44; 1616-23), Silezya'da Brieg (b.Brzeg) Plast Şatosu, Mecklenburg'da Wismar Şatosu, bu örnekler arasında sayılabilir. Rönesans biçimleri l6.yy'ın ikinci yansından sonra, OYMABASKI'lar ve örnek kitapları aracılığıyla tüm Kuzey Avrupa ülkelerine yayılmış ve Gotik üslubun yerini almıştır.

Rönesans'ın en geç girdiği ülkelerden İngiltere'de VIII.Henry yönetiminin (1509-47) başlarında çağın modasına uyularak İtalyan sanatçıları getirtilmiştir. Giovanni da Maiano (etk.1525) ve Antonio Toro ile Pietro Torrigiani (1472-1528) tarafından gerçekleştirilen Hampton Sarayı, Rönesans dekorunun Gotik yapıya giydirilmesine güzel bir örnektir. İngiltere'nin Palladio'su olarak anılan İ. Jones da İtalyan Rönesans üslubuna bağlı yapılar gerçekleştirmiştir.

Ülkede yeni dinsel ardayısın yerleşmesi ve Katoliklik'ten ayrılma, Roma'yla ilişkilerin kesilmesine neden olmuş, İtalyan etkisi azalmıştır. I.Elisabeth döneminde (1558-1603) Almanya ve Hollanda örnek alınmış, malikâne türü yapılar Rönesans üslubunda gerçekleştirilmiştir.



l6.yy'ın ikinci yansından sonra Macaristan, Polonya, Rusya gibi ülkelerde, Rönesans bezeme örgelerinin, ülkelerin geleneksel mimarlık özellikleriyle karışmış olarak kullanıldığı, çoğunluk İtalyan mimarlardan yararlanıldığı, gerçekleştirilen şato ya da saray gibi türlerin aristokrat çevrelerce ısmarlandığı ve yaygınlaşmadığı anlaşılmaktadır. İskandinav ülkelerindeyse, yeni üslubun İtalyan mimarlardan çok, Felemenkli sanatçılarca (HOLLANDA) tanıtıldığı izlenmektedir.

RESİM:


İtalya'da I5.yy'ın mimar ve heykelcileri, örnekleri kalıntı halinde de olsa, antik parçalardan hareket etmişlerdi. Oysa benzeri bir durum resim sanatı için geçerli olamamıştır; çünkü geçmişten, resim alanında hiçbir şey kalmamıştı. Bu koşullar altında, Rönesans dönemi ressamlarının, antik etkileri dolaylı yoldan edindikleri görülmektedir. Bu sanatçılar, geçmişte olduğu gibi çağlarında gerçekleştirilen Rönesans mimarlığını da (mimarlık üsluplarını, sütun ve sütun başlıklarım, yuvarlak kemerleri, Roma zafer taklarını) resimlerinde kullanmışlardır. Yapıtlarında, figürler çoğu kez Roma dönemi giysileri içinde betimlenmiştir. Heykel dalında olduğu gibi, resimde de ÇIPLAK yeniden gündeme gelmiş, mitolojik konuların (MİTOLOJİ) yanı sıra PORTRE dalı önem kazanmış, ayrıca tarihsel doğruluk gözetilmese de tarihsel konulu resimler (TARİHSEL KONULAR) yaygınlaşmıştır. Rönesans kompozisyonlarında figürlerin resmin ön planında, geometrik semalar içinde yerleştirildiği, ister çok figürlü bir düzenleme, ister portre dalında olsun, geri plandaki öğelerin perspektif yardımıyla resmin içine doğru geliştirilerek insan figürünün ön plana çıkarıldığı, anlatımın figür üzerinde yoğunlaştığı izlenmektedir. Bu dönemde, insan vücudunun doğru çizilmesi, çeşitli hareketlerin gerçekçi biçimde yansıtılması, botanik bilgisi, insan ve hayvan anatomisi, hacimlendirme ve perspektif, resim atölyelerinde üzerinde en çok durulan konular olmuştur. FRESK ve TEMPERA I5.yy'da geçerliğini korumuştur. Yüzyılın ikinci yansında, bazı panolarda YAGLIBOYA'yla tempera karışımının kullanıldığı, l6.yy'da yağlıboyanın daha da yaygınlaştığı görülmektedir.

14.yy İtalyan resminin ünlü ustası GIOTTO, Padova ve Assisi'deki fresklerinde, resim sanatını BİZANS geleneğinden kurtarmış, ortaçağ simgeciliğinden ayrılarak, anlatımcı ve gerçekçi bir yol seçmiştir.

Bundan 100 yıl kadar sonra bir başka Floransalı'nın, MASACCIO'nun, 1426'ya doğru S.Maria del Camiine Kilisesi Brancacci Şapeli fresklerinde hacimli ve anıtsal figürlerini üç boyutlu bir mekânda hareket ettirerek Giotto'nun yolunu izlediği görülmektedir. Erken Rönesans resminin plastik ve bilimsel aşamasına büyük katkısı olan Masaccio'nun, figür ve doğa öğelerinin, gerçekçi bir mekânda betimlenmesi için kullandığı yöntem, ondan sonraki sanatçılarca geliştirilmiştir. FLORANSA OKULU'ndan UCCELLO, perspektif yasalarını araştırmış; ANDREA DEL CASTAGNO, Donatello'nun dramatik anlatımını resimde uygulamak istemiş; Domenico Veneziano (1400-61) ve Fra ANGELICO'ysa renk ve ışık etkileri üzerinde çalışmışlardır. Fra Pilippo LIPPI ve Benozzo Gozzoli (1420-97) resimlerinde çizgisel anlatıma, desene önem vermiştir.

GHIRLANDAIO Flaman sanatçılara öykünerek, Floransalı saygın kişilerin portreleri aracılığıyla günlük yaşamı resme sokmuştur. Lorenzo de'Medici'nin ressamı BOTTICELLI akıcı ve devingen bir çizgi dili kullandığı resimlerinde mitolojik konulan, Latin yazarların tanımlamalarına göre betimlemeye çalışmıştır. 14.yy'da DUCCIO'nnun oluşturduğu SİENA OKULU, Floransa Okuluyla çağdaş olmakla birlikte Bizans geleneğine bağlı kalmistir. Orta İtalya'da çalışan PIERO DELLA FRANCESCA bu dönemin ünlü bilimsel ve plastik
araştırmacılarındandır. Yapıtlarında geometrik düzene ve ışığa bağlı mekân anlayışına büyük önem vermiştir. Tablolarında ve fresklerinde kaynağı hissedilmeyen dağınık bir ışık, resmin tüm planları arasında bir birlik oluşturmaktadır. Francesca, öğrencilerinden Melozzo da Forli (1438-94) ve Corto nalı SIGNORELLI'yle birlikte bir duvar resmi geleneği yaratmıştır (UMBRIA OKULU). Resim sanatı alanında, İtalya'daki çeşitli merkezlerin etkilerinin topluca sezildiği Napoli'de ANTONELLO DA MESSINA, Flaman tarzı yağlıboya tekniğini resimlerine uyarlamıştır. Antonello, 1475'te yağlı boya tekniğini Venedik'te tanıtarak BELLİNİ kardeşlerin Flaman tekniğiyle İtalyan anlatımını bir leştirmesine, dolayısıyla I5.yy VENEDİK OKULU'nun oluşmasına katkıda bulunmuştur. Antonio Vivarini (ykş. 1415-80) ve Jacopo Bellini, Venedik Okulu'nun kurucu ustalarıdır. Venedik Okulu'nun eğilimleri 1450'lere doğru belirmeye başlamıştır. Gentile Bellini ve CARPACCIO çok ayrıntılı ve betimlemeye dayanan bir yol seçerken, Bartolomeo Vivarini (ykş. 1432-ykş. 1491) ile Gotik ve Rönesans öğeleri resimde yan yana kullanan CRIVELLI'nin plastik anlatıma öncelik tanıdıktan görülmektedir.

Alvise Vivarini (ykş. 1446-1503), Cima da Conegliano (1459-1517) ve Giovanni Bellini resimde ışık ve ona bağlı MEKAN sorunlarını geliştirmiş ressamlardır. Padova Okulu'ndan, perspektif ve anatomiye önem veren, cesaretli KISALTIM'larıyla tanınan MANTEGNA, FERRARA OKULU'ndan Cosimo Tura (1430-95), Francesco del Cossa (1436-78), Ercole de'Roberti (1456-96) ifadeci çalışmalarıyla ilgi çekmişlerdir.

I5.yy İtalyan KİTAP BEZEME sanatı, özellikle 1450'den sonra, bezeme zenginliği ve ışıklı renk kullanımıyla tanınmaktadır. Ferrara, Verona, Floransa, Perugia, Urbino gibi kentler başlıca kitap bezeme merkezleridir. IS.yy sanatı gerçeği yansıt-mayı amaçlamıştır; l6.yy'daysa İtalyan ressamların. gerçeküstü, ideal bir denge ve uyum aradıkları görülmektedir. Gerçek model, düş ürünü bir yaratıyla yer değiştirmiştir, l6.yy sanatçıları, denge, uyum, yalınlık, birlik ilkelerinden hareket ederek kompozisyonda figürleri gruplar halinde yerleştirmiş, çoğu kez piramit biçimli ya da daha karmaşık, ama geometrik, anıtsal ve bütün olarak istiflemişlerdir. [şık, resmin içinde birlik kurmak, derinlik ve hacim yermek için bütünleyici bir öğe olarak kullanılmıştır. Çizgi, ton, hacim ve renk öğeleri dengeli ve uyumlu; ifade, donuk ve içedönüktür. Zaman belir-[enemez; sonsuzluk ya da zamandışılık sezinlenir. Bu yüzyılda resim "zihinsel bir uğraş" olma niteliğini sürdürmüştür. "Güzellik", içinden hiçbir par-çanın çıkarılamayacağı ve eklenemeyeceği bir bütünün, parçalarıyla olan uyumudur. Başlıca resim sanatı merkezleri, artık gerileme dönemine girmiş olan Floransa, olgunluk çağını yasayan Roma ve Venedik kentleridir. Çağın üç büyük ustası, Leonardo da Vinci, Raffaello ve Michelangelo sanat yaşamlarına Floransa'da .başlamışlar, olgunluk yâr pıtlarım Roma'da gerçekleştirmişlerdir (ROMA OKULU). Rönesans idealine ^uygun bir "sanatçı-bilgin" tipini canlandıran Leonardo, resimlerinde 1ŞIK-GÖLGE sorunlarıyla ilgilenmiş; ışık ve gölge arasındaki geçiş alanlarını, kendi deyimiyle ne ışık ne de gölge olan alanı, resimde verebilmek için SFUMATO tekniğini kullanmıştır. Sanatçı, aydınlık gölge ve karanlık ışığın yetkin bir güzelliği yansıtacağını" yazmıştır. PERUGINO'nun öğrencisi Raffaello, yalınlaştırılmış anıtsal figürleri, simetrik ve dingin düzenlemeleri, ışıklı ve taze renkleriyle On yapmıştır. Heykelin yanı sıra fresk tekniğinde de çalışan Michelangelo'nun sanat anlayışıysa, Rönesans'ın klasik uyum ve denge kavramlarıyla uyuşmaz.

Sistina Şapeli fresklerinde daha çok "insan"la ilgilenmiş, onun gücünü olduğu kadar, zayıf yanlarını da yansıtmıştır. İnsanı, Leonardo gibi doğayla uyum içinde değil, onunla savaşırken betimlemiştir. İfade ve devingenliğe"verdiği önemle Maniyerizm yolunu açan bir ustadır. Leonardo, Michelangelo ve Raffaello'nun etkileri Floransalı sanatçılardan Fra BARTOLOMMEO ve ANDREA DEL SARTO'nun yapıtlarında hissedilmektedir. Leonardo, Floransa dışında Milano ve Lombardiya'da da etkili olmuştur. Andrea Solario (etk. 1493-1515) ve Bernardino Luini (1475-1532) başlıca izleyicileridir. Roma'da Raffaello'nun yanında çalışan ressamlardan Jules Romain (ykş. 1499-1546), Francesco Penni (1488?-1528), Perino del Vaga (ykş. 1501-47) Raffaello üslubunun İtalya'ya yayılmasında önemli rol oynamışlardır. 16.yy başında Roma kadar ünlü bir başka okul da Venedik'tir. Işık ve renk öğelerine büyük önem veren, deseni fırçayla çizen, saydam boya katmanları ve özel vernikler kullanan Venedik Okulu sanatçıları bir mekân ve atmosfer resmi geleneği yaratmışlardır. Okulun başlıca temsilcilerinden GIORGIONE, az sayıdaki yapıtında manzaraya büyük yer ayırması ve figürleri doğa içinde betimlemesiyle ilgi çekmektedir. Bunlarda görsel yaklaşımın, Floransa entelektüalizminden koparak, duygulan yansıtmayı amaçlayan yeni bir dille gerçekleştirildiği izlenmektedir. Giorgipne, betimlediği öznel çevre kişilerinin iç durumlarıyla yakından ilişkilidir. Sanatçının bu özellikleri biraz da l6.yy Venedik Okulu'nun özelliğidir ve okulun öteki ressamları tarafından da benimsenmiştir. TIZ1ANO 100 yıla yaklaşan yaşamında çeşitli üsluptan denemiştir. Kullandığı yoğun renkleri, altın yaldız etkisi veren sarımsı bir saydam boyayla örterek resminde birlik yaratan bir ışık sağlamıştır. SİMETRİ'nin bozulduğu, mekânın tuvali aştığı ve geniş fırça vuruşları kullandığı son dönem resimlerinde, Maniyerist üslubu haber veren bir dinamizm egemendir. Palma Vecchio (1480?-1528), Sebastiano del Piombo (ykş.1485-1547), Bonifazio di Pitati (Bo-nifazio Veronese; 1487-1553) ve Paris Bordone (1500-71), Venedik'te; LOTTO ve Dosso Dossi de (1479-1542) Venedik çevresindeki bölgelerde okulun renkçi ve ışıkçı anlayışını sürdüren sanatçılardır, lö.yy'da okulun son iki temsilcisi TINTORET-TO ve VERONESE'dir. Tiziano'nun resimlerinde başlayan Maniyerist eğilimler Tintoretto, Veronese" ve Parmalı sanatçı CORREGGIO'nun resimlerinde geliştirilmiştir, l6.yy'da CARRACCI ailesinin öncülüğünde gelişen BOLOGNA OKULU da özellikle Venedik Okulu'nun renkçiliğinden etkilenmiştir.

16.yy'ın başlarında Fransa'da, İtalyan freskçilerinin ve ressamlarının çalışmaları, Fransız resim sanatının yazgısını büyük ölçüde etkilemiştir. Andrea Solario, 1505-07 arasında Gaillon'da; Leonardo da Vinci 1516-1517, Andrea del Sarto ise 1518'de Ambroise Şatosu'nda; İtalyan-fresk ustaları da-1513'te, Albi'de bulunmuşlardır. François (hd.1515-47) tarafından Fontainebleau Şatosu'na çağrılan Rosso ve Primaticcio gibi geç dönem İtalyan ustalarının Fransız resmine etkisiyse Rönesans'tan çok Maniyerist üslupta yapıtların verilmesiyle sonuçlanmıştır (FONTAINEBLEAU OKULU). Portre türü l6.yy Fransız resminde önemli bir yer tutmaktadır. Kuzey Rönesans resminin gerçekçiliğiyle Fransız resim geleneğini özgün bir biçimde birleştiren J. ve F.CLOUET'yle Corneille de Lyon (ykş.1500-74) gibi sanatçıların yağlıboya portrelerinin yanı sıra çok sayıda renkli deseni de günümüze ulaşmıştır.

16.yy İspanyol resmi, İtalya'yla sıkı ilişkiler sonucunda Rönesans üslubunun yenilikleriyle tanışmış; Raffaello'nun oran anlayışı, Leonardo'nun ışık-gölge yöntemi, klasik ve dengeli düzenlemeler, seçme-ci bir anlayışa sahip Fernando Yânez de Almedina (l6.yy'in l.yansı), Alonso Berruguete ve Luis de Morales (1509-85) gibi İspanyol ressamlarına araştırma alanı oluşturmuştur. Portekiz'de, I.Manuel dönemleri resim sanatının altın çağı olarak kabul edilmektedir. Lizbon ve Anvers arasındaki sıkı ticaret ilişkileri, Flandre'dan ülkeye gelen sanatçıların da katkısıyla resim sanatı alanında bir Flaman etkisinin oluşmasına yol açmıştır.

I5.yy'da Flandre'da, İtalyan Rönesans hareketinden bağımsız olarak, gerçeğin titiz gözlemine dayanan bir resim okulunun geliştiği bilinmektedir. Altın yaldızlı arka planı kaldırarak, resmi derinliğine geliştiren ve modem tablo resminin (yağlıboya resmin) ortaya çıkışına öncülük eden Brugge'lu Van EYCK kardeşlerle Robert Campin (1378-1444) bu okulun kurucularıdır (BELÇİKA), l6.yy'da, İtalya'yla ticaret bağlantıları nedeniyle Anvers kenti Flaman sanatının başlıca merkezi durumuna gelmiştir. Bu yüzyıl sanatçıları bir yandan İtalya'daki yeni gelişmelerle ilgilenirken, öte yandan bir grup sanatçının da Flaman resim anlayışını sürdürdüğü görülmektedir. Jean Gossaert (Mabuse; ykş.1478-1533) İtalya'ya gitmiş ve İtalyan Rönesans resim anlayışıyla dolu olarak geri dönmüş ustalardan biridir. Portre ve manzara, Kuzey Rönesans okullarının yaygın uyguladıkları resim türleridir.


Antonio Moro (1517-70) portre dalında; Joachim Patinir (1485-1524), Hem met de Bles (ykş. 1480-ykş.1550) ve Jacob Grimmer (1526-90) manzara dalında çalışmış ustalardır. Geleneksel Kuzey gerçekçiliğinin ünlü temsilcisi P.BRUEGEL (Yaşlı) İtalya'ya gitmiş olmasına karşın, manzara içinde geliştirdiği bir çeşit TÜR RESMİ örneği vermiş, yapıtlarında yerel özelliğini korumuştur. BOSCH ve Bruegel gibi özgün ürünler veren sanatçılar, dönemin ve çevrenin sorunlarını kişisel ve eleştirel yolla yansıtmışlardır. Anlatım düzeyinde, hümanist görüşü benimsemiş olmaları onları, üslup ve biçim yönünden olmasa dâ7duygu ve düşünce yönünden Rönesans anlayışına ortak etmektedir.

Almanya'da, l6.yy başında DÜRER, tüm sanat yaşamı ve yapıtlarıyla, Alman Rönesansı'nı simgeleyen bir sanatçıdır. İtalyan Rönesansının ideallerini ülkesine taşıma görevini bilinçli olarak üstlenmiştir. İtalya'da bulunduğu süre içinde, oran ve perspektifin matematiksel ilkelerini, figürlerin plastik yoğunluğunu, resimsel mekânda yerleştirme ve geometrik; kurgulan, nesnelere bilimsel; yaklaşımı çözmeye çalışmış, bu özellikleri yapıtlarında uygulamıştır. Dürer'in, Hans Baldung Olen (1484/85-1545), ALTDORFER ve CRANACH gibi Ren ve Tuna bölgeleri (TUNA OKULU) sanatçıları üzerinde derin etkileri olmuştur. Öte yandan HOLBEIN (Genç), sahip olduğu gerçekçilik duygusu, teknik
becerisi ve bireşimci niteliğiyle döneminin en ünlü portre sanatçıları arasında yer almıştır. Tüm l6.yy Alman ressamları aynı zamanda ünlü birer oyma basma ustasıdır. Oymabaskılarında Kuzey gerçekçiliği ve anlatımcılığı uyarınca çok ayrıntılı betimlemelere girişmiş ve ağaç baskı yöntemini yaygın biçimde kullanmışlardır.

16.yy'in Protestan ve aristokrat İngiltere'sinde resim sanatı hemen hemen tümüyle yabancıların elindedir. 1533'ten sonra, Protestanlık gereğince, resim sanatı portrelerin ve alegorik sahnelerin betimlenmesiyle sınırlanmıştır. VIII. Henry'nin sarayına davet ettiği yabancılar arasında en ünlüsü Genç Holbein'dır. Mary Tudor (hd. 1553-58) ve Elisabeth dönemlerindeyse ülkede Hollandalı ve Flaman ustalar çalışmışlardır. Antonio Moro ve Anversli Hans Eworth (1545-74) portre alanında ünlü sanatçılardır. Elisabeth dönemi İngiliz resim okulu, modası 300 yıl kadar sürecek olan "minyatür-portre" dalında ün kazanmıştır. Holbein'dan esinlenmiş olan Nicolas Hilliard (1547-1619) bu alanın en ünlü temsilcisidir.

HEYKEL:


Rönesans dönemi İtalya'sında, Antik Çağ'da olduğu gibi, heykel en önemli sanat dalı olarak kabul edilmiştir, insan vücudunun güzelliğini ve gücünü belirli bir mekânda ortaya koyan heykel örnekleri, önceleri duvara gömülü nişler içinde yer almış; giderek mimarlıktan bütünüyle koparılıp bağımsız olarak verilmişlerdir. Antik Çağ heykellerinin, ticaret ve bankerlikle zenginleşmiş MESEN'ler tarafından toplanması, koleksiyonlarının yapılması (KOLEKSİYONCULUK), allantica (antik gibi, antik üslubunda) kabartma ve heykellere isteği arttırmıştır. Lorenzo de Medici gibi sanat koruyucuları koleksiyonlarında daha çok değerli taşlarla süslü parçalan ve küçük tunç antik heykelcikleri yeğlemişlerdir. Floransa'da A.POLLAIUOLO ve Bertoldo di Giovanni (1420-91) atölyeleri, Kuzey İtalya'da Antico (Pier Jacopo Alari Bonacolsi; 1460-1528), MADERNO, Andreas Riccio (1470-1532) antik taklidi heykeller yaparak ün kazanmışlar; Antikite etkisi konu seçiminde de kendini duyurmuştur. Din dışı ve mitolojik sahneler, heykel ve kabartmaya konu oluştururken, bunların kurgusuna benzer biçimde dinsel konular da işlenmeye başlamıştır. Başka bir deyişle, dinsel içerikli konular antik tarzda ele alınmıştır. Böylece sanatın, Kiliseyle olan sıkı bağlarını ilk kez İtalya'da kopardığı söylenebilir. Bu dönemde sanat koruyucularının heykel ve büstleri bağımsız olarak yapılmış, grup heykelleri mezar anıtlarında boy göstermeye başlamıştır. Gerçekçiliğin egemen olduğu bu yapıtlarda, aziz ve peygamber figürlerinde bile idealizmden uzak, yasayan gerçek tipler örnek alınmıştır. I5.yy'da İtalya'da, bu alanda en etkin kent Floransa'dır. Floransa Vaftizhanesi'nin ikinci kapısı için açılan ve GHIBERTTnin başarısıyla sonuçlanan yarışma, ortamı daha da hareketlendirmiştir. Ghiberti, Cennet Kapısı diye anılan bu ünlü yapıtında, figürleri art arda farklı planlarda dizmiş, çok yüksek kabartmadan alçak kabartmaya kadar farklı yükseklikler ve çizgi perspektifi kullanarak resim sanatına özgü bir derinlik etkisi yaratmıştır.

Floransa Okulu'nun önde gelen heykel sanatçısı DONATELLO'dur. Sanatçı KLASIKÇİLIK'in dinginliği ve uyumuyla Gotik üslubun dramatik ifadeciliği arasında bir orta yol bulabilmiş, sanat anlayışında yeni kavramlara olduğu kadar teknik yetkinliğe de büyük önem vermiştir. Nanni di Banco (ykş. 1384-1421) dönemin sanat koruyucuları için büstler ve mezar anıtları yapmıştır.

Antonio (1427-79) ve B.ROSSELLINO, DESIDE RİO DESETTIGNANO, Mino da Fiesole (1431-84); Benedetto da Maiano (1442-97) gibi sanatçılar Erken Rönesans döneminin ünlü mermer yontucularıdır. Bu ustaların, gerek yontularında, gerek bezemesel düzenlemelerinde, Antik Cağ'ın yontu ve kabartmasından esinlenmelere olduğu kadar, Brunelleschi, Michelozzo ve Alberti gibi mimarlardan kaynaklanan modem bir anlayışın izlerine de rastlanmaktadır.

Yontucuların büyük çoğunluğunun mimarlığa bağlı bir plastiği gerçekleştirdiklerinde mimarlarla ilişki içinde oldukları bilinmektedir. Agostino di Duccio (1418-81) Rimini'deki Tempio Malatestiano'da. Alberti'yle; DELLA ROBBIA Flo-ransa Ospedale degli Innocenti'de (Yetimler Evi) Brunelleschi'yle çalışmıştır. Floransa'nın önde gelen atölyelerinden sayılan Robbialar'ın atölyesinde mermer yontunun yanı sıra mimarlık bezemesi olarak kullanılmak üzere çok renkli ve sırlı pişmiş toprak parçalar da üretilmiştir. VERROCCHIO, Ghiberti ve Donatello'nun izleyicilerindendir; Donatello'nun Gattamelata (1444-50) adlı atlı tunç heykelinden sonra, Colleoni (1479-88) tunç heykeliyle ün kazanmıştır. Floransalı heykel ustalarının ünü, tüm İtalya'ya yayılmış; öteki İtalyan kentlerinden bazı ustalar kişisel nitelikleriyle ortaya çıkmıştır. Toscana bölgesinde Matteo Civilatı (1436-1501), Siena'da QUERCIA, Vecchietta (1412-80) ve Francesco di Giorgio (1439-1502); Venedik'te Antonio Rizzo (etk. 1465-99) ve LOMBARDO bu dönemin sanat ortamına katkıda bulunmuş ünlü ustalardır. Modena'da Guido Mazzoni (ykş. 1450-1518) ve Niccola dell'Arca (ykş. 1455-94), ahşap ve pişmiş topraktan, çok renkli, anıtsal heykeller gerçekleştirmişler; Bologna heykel okulunun başlıca temsilcisi olan Arca pişmiş topraktan ifadeci grup heykelleriyle de ilgi çekmiştir (FERRARA OKULU). I5.yy'da Lombardiya üslubu bezemesel heykelin tüm Kuzey Avrupa'da geçerli olduğu izlenmektedir. İfadeci ve renkçi olan bu bezeme anlayışı, GiovanniAntonio Amadeo'nun (1447-1522) gerçekleştiği Bergamo Colleoni Şapeli'nde ve farma Manastırı'nın avlu ve cephesinde yer alan örneklerde izlenmektedir.

16.yy'da İtalyan heykeline Michelangelo'nun kişiliği egemendir. Anıtsal yapılarıyla Rönesans idealini aşan sanatçı, insan vücudunda, Davud örneğinde olduğu gibi, yalnızca güzellik ve uyum değil, aynı zamanda güç ve yasam enerjisi de bulmuştur.

Yapıtlarının dramatik yoğunluğu, I5.yy heykel anlayışının "ideal uyum"uyla çelişmektedir. Yüzyılın öteki ünlü sanatçıları, Venedikli T.SANSOVINO, Floransa'da ürün veren AMMANATI, GIOVANNI BOLOGNA ve CELLINI'dir.

Michelangelo'nun öncülüğünde bu heykel ustaları, insan vücudunun devingenliğini yansıtmayı amaç edinerek Maniyerizm'in yolunu açmış ve bu üslupta ürün vermişlerdir. Anıtsal heykellerin yanı sıra l6.yy'da küçük tunç heykellerin de önem kazandığı görülmektedir. Floransa ve Padova atölyeleri bu alanda ün yapmışlardır. Andrea Briosco (Riccio; 1470-1532) döküm yapanlar arasında en tanınmışıdır.

İtalya dışında hemen tüm Avrupa ülkelerinde heykel sanatı mimarlığınkine benzer bir gelişme göstermiştir. Gotik üslupta küçük değişikliklerle başla-yan yeni biçimler, giderek bir İtalyan Rönesans beğenisinin yerleşmesine neden olmuştur.16.yy'ın ilk yansında Fransa'da heykel sanatı, I5.yy üslü-bunu sürdürmüş; İtalyan etkileri ancak yüzyıl sonunda yavaş yavaş yerleşmiştir. ROSSO FIORENTlHO ve PRIMATICCIO gibi İtalyan heykel ve bezeme ustaları yeni ölçü ve oranlar kullanarak Antikite idealinin yerleşmesine katkıda bulunmuşlardır. Dönemin ilk Fransız sanatçısı Pierre Bontemps'dır (1507-70). H.Henri yönetiminde Paris ve çevresi hümanist düşüncenin ve sanatın merkezi durumuna gelmiştir. Bu ortamda yetişmiş olan Jean Goujon (1510-66) ve Germain Puon (1535-90) Fransız Rönesans heykelinin iki ünlü ustasıdır. Go- ujon, Louvre Sarayı'tun Lescot tarafından gerçekleştirilen cephesini alegorik figürlerle hareketlendirmiştir. Figürlerini, mimarlık içinde plastik bir öğe olarak çok başarılı kullanmakla ün kazanmıştır. KLASİK üsluptan yola çıkıp Mâniyerist oranlara varan bir sanatçıdır. Pilon'sa, gerçekçi anlayışa bağlı, anatomik doğruluklara önem veren bir heykel ustasıdır. Dinsel konularda ürün vermiştir. Fransa'da, Rönesans üslubunun taşra atölyelerini de etkilediği izlenmektedir. Troyes, Toulouse ve Besançon, klasik eğilimlerin egemen olduğu bir heykel anlayışını benimsemiş sanatçılar yetiştirmiştir.

İspanya'da V.Fernando (hd. 1479-1516) ve V.Carlos (hd. 1516-56) dönemlerinde İtalyan sanatına gösterilen ilgi, Kastilya, Andalucla ve Aragon'a Floran-salı heykelcilerin gelmesine yol açmış, heykel sanatı bunların açtığı yolda gelişmiştir.

Rönesans sanat anlayışına bağlı başlıca heykel ustaları Vasco de la Zarza (ö. 1524), Bartolomo Ordönez (ö. 1520) ve Alonso Berruguete'dir (1486-1561). Bu sanatçılar daha çok mezar heykelleri, altar panoları, koro çevresini saran paravanalar vb alanında ün yapmışlardır.

Bu yolla, klasik düzene yavaş yavaş uyum sağlayan Guillen de Olanda (ykş.1521-40), Guyot de Beaugrant (ö. 1551), Juan de Ayala ve Pompeo Le-oni (ykş. 1533-1608) gibi heykel ustalarının yerel özelliklerini de korudukları izlenmektedir.

Flandre'da, Gotik heykel, yoğun bezeme bolluğu içinde uzun süre varlığını korumuştur. Flaman Rönesansı'nın ilk önemli merkezi, Avusturyalı Margarete döneminde Malines (b.Mechelen) saray çevreleridir. Bu çevrelerce benimsenen ve desteklenen Rönesans beğenisi heykel dalında da kendini hissettirmiş, özellikle mezar heykellerinde İtalyan tarzı biçimlendirmelere gidilmiştir, l6.yy Hollanda heykel sanatı da benzeri bir gelişim çizgisi izlemiştir. İtalyan ve Fransız etkileri dinsel konulu heykel alanında geçerliliğini korumuştur.

Alman sanatçıları, Gotik üslubun ifade ve biçimlerine sıkı bağlılıklarından ötürü, Rönesans'ın dengeli biçimlerine uyum sağlamakta güçlük çekmişlerdir. Flandre'da çalışan Wormslu Konrad Meit (ykş. 1475-ykş. 1545), Augsburglu Adolf Daucher (ö. 1524), Nurembergli Yaşlı Peter Vischer (ykş. 1460-1529) ve oğullan gibi heykel ustaları yeni biçimlere geçebilmiş ve Rönesans üslubunda çalışmış sanatçılardır. Genç Peter Vischer (1487-1528) " kuyumculuk ve bezeme, Peter Flötner (1490/95-1546) küçük heykel alanında çalışmışlardır. Alexandre Collins, Heidelberg'e Flaman Rönesansı etkileri taşımış bir başka heykel ustasıdır, l6.yy'in ikinci yansında ve 17.yy başlarında Augsburg ve Münih "İtalyancılık"ın merkezi durumundadır.

Hubert Gerhard (ykş. 1545-1620), Adriaen de Vries (1546-1626), Hans Krumpper (ykş. 1570-1634) ve Hans Reichle (ykş. 1570-1642) gibi heykelciler, ünlü 10 banker aile Fuggerler ve Bavyera dükleri için çalışmışlardır. Alman özelliklerinin de hissedildiği, Maniyerizm'e varan yapıtlar gerçekleştirmişlerdir.

İngiltere'ye VIII.Henry ve Kardinal Wolsey tarafından çağrılan İtalyan heykelciler, 1512-20 arasında Rönesans sanatını bu ülkede uygulamaya başla
mışlardır.

Westminster Abbey'de VU.Henry Mezanietro Torrigiani'nin Floransa beğenisi uyarınca gerçekleştirdiği bir örnektir. İngiliz heykelciler, Tickhill Fitz-William Aile Mezarlığı (ykş.1525) ile Battle Sir Anthony ve Lady Brame Mezarları'nda (1540-48) görüldüğü gibi Rönesans üslubunda, öncelikle mezar heykelleri alanında basan sağlamışlardır.

Protestanlık gereği, bir süre figüratif çalışmışlar önemini yitirmişse de Elisabeth döneminde, Alman ve Hollandalı ustalar eliyle Rönesans üslubu yeniden geçerlik kazanmıştır.

PICASSO; Pablo (1881, Malaga, 1973, Mougins).


İspanyol kökenli Fransız ressam, heykelci ve seramik sanatçısı.

20.yy'ın ilk yansında önderlik ettiği KÜBİZM akımıyla görsel sanatların gelişim çizgisini değiştirmiş, yapıtlarıyla modem sanatın en önemli temsilcisi sayılmıştır.

Picasso 10 yaşındayken ailesi La Corufla'ya taşınmış ve sanatçı dört yıl yaşadığı bu kentte ilk çizim "derslerini resim öğretmeni olan babasından almıştır. Bu yıllarda Picasso, sonraları barış simgesi olarak birçok kez kullandığı güvercin çizimlerine başlamış ve Çıplak Ayaklı Kız (1895, Picasso Kol.) gibi ilk resimlerini yapmış, ayrıca ilk sergisini de La Corufta'da 1896'da babası Barselona'daki La Lonja (Liotia) Güzel Sanatlar Okulu'nda ders vermeye başlayınca o da bu okulda öğrenci olmuş, ama ertesi yıl Madrid San Fernando Güzel Sanatlar Akademisi'ne geçmiş, aynı yıl Bilim ve Acıma (Picasso Muz., Barselona) adlı yağlıboya resmiyle Madrid Güzel Sanatlar Sergisi'nde Onur Ödülü'nü almıştır. Sağlık nedeniyle akademiden ayrıldıktan sonra bir daha okula dönmeyip Barselona'ya giden sanatçı burada GOYA ve VELÂZQUEZ gibi eski ustalarla GAUGUIN, Van GOGH ve MUNCH gibi çağdaş ressamların yapıtları üzerine çalışmaya başlamıştır. Bütün bu etkiler Picasso'nun 1898-1902 arasında gerçekleştirdiği resimlerde açıkça görülür. Sanatçı bu yıllarda, günümüzde hepsi Barselona'daki Picasso Müzesi'nde bulunan Sanatçının Kızkardeşi Lola (1899), Carlos Casagemas Portresi (1899) ve Şallı Oturan Kadın (1899-1900) gibi, dostlarını ve yaşadıkları ortamı konu alan resimler yapmış, ayrıca "Mavi Dönem"ini muştulayan Oturan Kadın (1901, Peritz Levinson Kol., New York) gibi ilk heykellerini gerçekleştirmiştir.

1900'de ilk kez gittiği Paris'te üç ay kalmış, Madrid'e dönüşünde Artejoven adlı dergide çalışmış, ertesi yıl ikinci kez gittiği Paris'te dostları aracılığıyla tanıştığı galerici Ambroise Vollard'ın galerisinde bir sergi açmıştır. Picasso bütünüyle Paris'e yerleştiği 1904'e değin Paris'le Barselona arasında gidip gelmiştir.

Sanatçının "Mavi Dönem"i bu yıllara (1901-04) rastlar. Kör Adamın Yemeği (1903, Metropolitan Sanat Muz., New York) gibi resimleri bir önceki Barselona döneminin trajik resimlerini anımsatmakla birlikte, sanatçı IŞIK-GÖLGE karşıtlıklarından uzaklaşarak koyu tonlann egemen olduğu tek renkliliğe, özellikle zeminde maviye yönelmiştir. Ayrıca bu dönemde NABİLER ile Simgeciler'in (SİMGECİLİK) etkisi altında figürleri inceltip uzatarak stilize etmiştir. Örneğin, Yaşam (1903, Cleveland Sanat Muz.) adlı yapıtı hüzünlü ve acı dolu atmosferiyle belirginlik kazanır. Picasso 1904'te Paris'te atölyesini açtıktan sonra şair Max Jacob, eleştirmen-sair APOLLINAIRE ve ressam GRIS ile dostluk kurmuş; kısa sürede de resim satmaya başlamıştır.

1905'in başında resimlerinde sirk ve palyaço temalarının ağırlık kazandığı, koyu tonlardan uzaklaşarak açık tordan yeğlediği ve mavinin yerini de pembenin aldığı görülür. Bu renk değişimi Picasso'nun resimlerine daha yumuşak ve hoş bir atmosfer kazandırmıştır. Sanatçının yaklaşık bir yıl süren bu "Pembe Dönem"inin en önemli yapıdan Oyuncu (1904, Metropolitan), Çiçek Taçlı Genç (1905, Whitney Amerikan Sanatı Muz., New York) ve Akrobat Ailesi'dir (1905,-Ulusal Sanat Gal., Washington D.C17Ayhı yıl Hollanda'ya yaptığı bir gezi sırasında gerçekleştirdiği Üç Hollandalı Kız'da (Modern Sanat Müz., Paris) figürleri ilk kez ağırlık ve hacim kazanmıştır. 1906'da yaptığı Gertrude Stein Portresi (Metropolitan) ve Ekmekli Kadın (Sanat Muz., Philadelphia) bu yeni yaklaşımının yetkin örnekleridir. Picasso bu yıllarda İber Yarımadası ve Afrika heykellerine ilgi duymaya başlamış, Avignon'lu Kadınlar (Modem Sanat Muz., New York) için 1906-07'de yaptığı çizimlerde bu heykellerin ilkel ama anlatımcı biçimlerinden yararlanmıştır. 1907'de gerçekleştirdiği Kumaşa Sarınmış Çıplak (Modem Batı Sanatı Muz., Moskova) adlı resminde sanatçı CEZANNE'ın resimlerinin etkisiyle figür kütlesini geometrik hacimlere dönüştürmeye başlamış, ayrıca biçimi "çözümsel" (analitik) olarak ele alma yöntemini (Çözümsel Kübizm) bir dizi manzara resminde de uygulamıştır.


1909'da yaptığı Oturan Çıplak (Tate.Gal., Londra) ve Kadın Başı (Tate Gal.) gibi resimlerinde geometrik hacimleri küçük düzlemlere bölmüş, ertesi yıl da Wilhelm Uhde Portresinde (Roland Penrose Kol., Londra) arka planı da figürü oluşturan düzlemlerle uyum sağlayacak biçimde ele almıştır.

Sanatçı 1911'de BRAQUE'la yakın bir işbirliğine girmiş, basılı harfleri önce Braque, ardından da Picasso kullanmaya başlamıştır. Bu harfler tuvalin iki boyutluluğunu vurguluyor ve izleyicinin konuyu yeniden kurgulamasında aracı simgeler işlevini görüyordu. 1912'de Picasso bez ve ip gibi alışılmamış malzemeleri, Braque da PAPIER-COLLFİ'yi kullanmaya başlamış, 1913'te Picasso da papier-coüi tekniğini KOLAJ'la birlikte uygulamıştır (Bireşimsel Kübizm). Aynı yıl sanatçı Max Jacob'un Siegede Jerusalem (Kudüs Kuşatması) adlı kitabı için bir dizi ASİDE YEDİRME BASKI, ertesi yıl da bir dizi ÖLÜDOĞA ile bu resimlerinde yer verdiği müzik aletlerini kullandığı üç boyutlu konstrüksiyonlar yapmıştır. Picasso'nun Braque ve Gris ile ortak düşünce üretme dönemi 1914'te sona ermiştir. Savaş sırasında ve hemen ertesinde yalnız çalışan sanatçı, bu yıllarda KLASİKÇİLİK'e varan bir GERÇEKÇİLİK ile Kübizm'i birlikte uygulamıştır. Picas-so'ya göre Kübizm ve klasik Gerçekçilik, gerçeğin incelenmesinde iki farklı araç ve bakış açışıydı. Kübizm'e hâlâ ilgi duymakla birlikte Gerçeküstücü estetiğe (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK) yönelmesinin kökeninde Klasikçilik yatıyordu. Sanatçı savaş yıllarında yaptığı palyaço resimlerinde kaba kolaj malzemelerini bir yana bırakarak papier-collelerden esinlendiği seyrek ve geniş geometrik düzlemleri yeğlemiştir. Picasso 1919'da Kübizm'le Gerçekçi anlatımın iç içe geçtiği bir dizi ölüdoğa gerçekleştirmiştir.

Savaş yıllarında sahne tasarımına da ilgi duyan sanatçı, Rus bale emprezaryosu Sergey Diaghilev'in (1872-1929) Rus Balesi için, Mavi ve Pembe dönemlerinin sirk ve palyaço imgelerinin egemen olduğu sahne ve giysi tasarımlan yapmış, 1919'da Londra'da Manuel de Falla'nın Üç Köşeli Şapka'sı, 1920'de Paris'te Igor Stravinsky'nin Puldnella'sı, 1924'te de gene Falla'nın Cuadro Flamenco'su (Flamenko Sahnesi) için tasarımlar gerçekleştirmiştir. 1920'lerin başındaki resimlerinde Kübizm'le Gerçeküstücü öğeler taşıyan Gerçekçi ve Yeni-Klasik anlatımı (YENİ-KLASİKÇİLİK) birlikte kullanmıştır.



Dönemin en önemli Kübist çalışmaları Üç Müzikçi (1921, Modern Sanat Muz., New York) ve Kırmızı Masa Örtüsü'dür (1924, özel kol., New York). Uyuyan Köylüler (1919, Modem Sanat Müz., New York), Deniz Kıyısında ve Yarış (1922,.Modern Sanat Muz., New York) ise Gerçekçi eğiliminin örnekleri olup 1925 dolayının Gerçeküstücü nitelikli yapıtlarının öncü sudur. Uyuyan Köylüler’deki figürlerden izler taşıyan Oturan İki Kadın adlı resmi de sanatçının Yeni-Klasik eğilimini sergiler.

1921'de oğlunun doğumuyla başladığı ve 1925'e değin yinelediği anne-çocuk temasını işlediği kunt figürlü kompozisyonları da bu anlayışın ürünlerdir.

1924'te Fransız sair BRETON'un Gerçeküstücülük akımını başlatmasıyla Picasso da bu akıma yakınlık duymuş ve gerçekleştirdiği Atölye (1925, öğeleri kol.) ve Oturan Kadın (1927, özel kol., New Cani an, Conn.) gibi resimlerinde Gerçeküstücü öğeler bolca kullanmıştır. 1928'de Baş (Picasso Kol.) giî boyalı metal konstrüksiyonlarla Figür (Picass Kol.) gibi metamorfik heykeller yapmaya başlaya sanatçı grafik çalışmalarına da bu yıllarda ilgi duymuş, 1930'larda Ovidius'un Metamorphoses (bit.M 8; Değişimler, 1935) ve Aristophanes'in Lysistrat (MÖ 411; Kadınların Savaşı: Lysistrata, 1966) adlı; yapıdan için baskılar yapmıştır. Sanatçı 1930'lannl ortalarından başlayarak yapıtlarında yarı insan-yarı boğa figürüne (minotaur) yer vermiş ve 1935'te Minotauromachia adlı aside yedirme baskısını ger-çekleştirmiştir. 1936'da başlayan İspanya İç Savaşı, Picasso'yu büyük ölçüde etkilemiş ve sanatçı Cumhuriyetçilerden yana olan tavrını açıkça ortaya kovmuştur. Cumhuriyetçiler tarafından sipariş edilen Guemica adlı başyapıtını aynı adlı kentin bombalanmasının anısına gerçekleştirmiştir. Tuval üstüne TEMPERA tekniğiyle yapılmış olan Guemica, 351x782.5cm boyutlarındadır. Sanatçının kullandığı gri, beyaz ve soluk yeşiller, düşsel ve dramatik bir hava yaratmıştır. Yoğun bir şiddetin izlendiği kompozisyondaki boğa figürü ve öbür nesnelere birçok eleştirmence farklı simgesel anlamlar yüklenmiştir. Uzun yıllar New York Modern Sanat; Müzesi'nde sergilendikten sonra 1981'de Madrid'e getirilen yapıt önce Prado Müzesi'ne, daha sonra da 1986'da açılan Reina Sofia Müzesi'ne yerleştirilmiştir. Sanatçı, bu resimdeki figürlerden esinlenerek gerçekleştirdiği Ağlayan Kadınlar (1937, özel kol., Londra) ve Oturan Gerdanlıktı Kadında da şiddet temasını işlemiştir.

Alman işgali sırasında Paris'te bulunan Picasso, Nazilerin Yahudi soykırımına karşı olmuş, yapıtları Naziler tarafından YOZ SANAT olarak nitelendirilince işgal yıllarında edebiyat çalışmalarına ağırlık vermiş, bu yıllarında Serenat (1942, Modern Sanat Muz., Paris) ve ilk Adımlar (1943, Yale Sanat Gal., New Haven) gibi daha sakin atmosferli resim-ler yapmıştır. 1944'te Komünist Parti ye giren sanatçı sonraki yıllarda Kore ve Vietnam savaşlarına karşı da tavır almış ve duygularını Kore Katliamı (1951) gibi resimlerinde dile getirmiştir.

1946'dan sonra Picasso'nun anlatım dilinin yeni bir nitelik kazandığı görülür. Sanatçı bu dönemde Kentaur, su perisi ve çobanlar gibi mitolojik temaları neşeli bir hava içinde betimlemiştir. Ertesi yıl yerleştiği Vallauris'te seramik ve hayvan heykelleriyle karısının ve çocuklarının çok sayıda resmini yapmış, ayrıca buradaki bir şapel için Savaş ve Barış adlı ale-gorik bir duvar resmi gerçekleştirmiştir. 1955-61 arasında Cannes'da yasayan Picasso, son yıllarını Paris'teki UNESCO Merkez Binası için yaptığı büyük boyutlu duvar resmi dışında boğa güreşlerini ve atölyesini betimleyen resimlerle taş baskı, linol baskı ve çizimler yaparak geçirmiştir. Picasso bu dönemde DELACRODO’un Cezayirli Kadınlar(1834, Louvre Muz., Paris), Velâzquez'in Nedimeler (1856, Prado Muz., Madrid) ve MANET'nin Kırda Yemek (1863, Jeu de Paume, Paris) adlı resimlerin-den hareketle gerçekleştirdiği yapıtlarında bu temaları kendine özgü anlatımıyla yorumlamıştır. sanatçının 58 tuvalden oluşan Nedimeler (1957) dizisi bugün Barselona'daki Picasso Müzesi'ndedir.

1968'de altı aylık bir süre içinde 350 OYMA BASKI üreten Picasso'nun 2200 dolayında baskısı bulunmaktadır. Çoğu gerçek yaşamdan kaynaklanan bu baskılarda sık sık mitolojilerden alınma temalara da rastlanır. Sanatçı, aside yedirme Baskı başta olmak üzere ağaç baskı, monotip, taş baskı, leke baskı ve linol baskı gibi hemen hemen bütün baskı denemiştir. Sanatçı seramik alanındaki önceleri YUNAN ve MİKEN seramiklerinin etkilerini yansıtan tabaklar yb geleneksel biçimler üzerinde yoğunlaşmış, ama bir süre sonra bu kapları insan başı ya da figürüne dönüştürerek ayakta duran yada diz çökmüş kadın biçiminde vazolar yapmıştır. Picasso sonraları o dönem resimlerine paralel olarak Kentaur, mitolojik hayvan, boğa, yırtıcı kuş ve güvercin biçimli seramikler de üretmiştir.



Picasso'nun ilk heykeli 1902 tarihli Oturan Kadın'dır (Picasso Muz., Barselona). Sanatçı 1909-30 arasındaki dönem dışında 1960'lara değin heykel üretmiştir. İlk kez 1906'da Gertrude Stein Portresi'yle figüre hacim kazandıran Picasso bu dönem resimlerini heykele uygulamaya girişince Topuzlu Kadın ve Saçım Yapan Çıplak gibi ilk boyalı heykelleri ortaya çıkmıştır. Çoğu heykeli, daha önceden resim ya da çizimlerinde yer alan temaların üç boyutlu betimleridir. Tunç, demir ve alçının yanı sıra Apsent Bardağı'nda (1914, Modem Sanat Muz., New York) olduğu gibi bazılarını boyamış, Ayakta Duran Kadın'da (1961) görüldüğü gibi bazılarının üstünü kum ya da boyalı metal levhalarla kaplamıştır. Sanatçının en önemli heykelleri bugün Vallauris'te bir meydanda bulunan Elinde Kuzu Tutan Adam (1944) ile her ikisi de 1950 tarihli olan Baykuş ve Keçi, Babun ve Yavrusu (1951, Modern Sanat Müz., New York) ile Keçi Kafatası ve Şişe'dir. (1951-52, Modern Sanat Müz., New York).

Picasso resim sanatındaki "arayışlar"ın çoğu kez soyutlamayla sonuçlandığını ve bu eğilimin, belki de modem sanatın içine düştüğü en büyük yanılgı olduğunu savunmuş, kendisinin arayışlara girme-den çevresinde var olan nesneleri betimlediğini ve sanatta belirgin ya da soyut biçimler değil, yalnızca yorumlamalar bulunduğunu belirtmiştir.

KLASİKÇİLİK


"Klasisizm" de denir. hem sanatsal bir geleneği hem de estetik bir tutumu belirlemek için kullanılan terim. sanat tarihindeki en karışık kavramlardan biridir. İma ettiği gelenek YUNAN ve ROMA'da, yani KLASİK ANTİK ÇAĞ'da ortaya çıkmış ve ANTİK yapıtların prototip (ilk örnek) olarak kullanıldığı daha sonraki dönemlerde de sürmüştür. bu "klasik" gelenektir ve bu anlamda klasikçilik, MS 8. yy'dan 20. yy'a kadar hemen tüm klasik sonrası sanatlarının değişmez niteliğidir. Terimin daha sınırlı estetik kullanımı ise, bu uzun gelenek kapsamında açık seçiklik, düzen ve denge gibi özelliklerin belirlediği ÜSLUP ya da üslup evrelerini ifade eder. Bu anlamda Klasikçilik eski sanatın yalnızca bir döneminin, yani MÖ 5.yy Yunan sanatının, Yüksek RÖNESANS dönemi İtalyan sanatının ve 17.yy ile IS.yy sonu Fransız sanatının bir niteliğidir. Klasikçilik kavramı antik örneklerin ve örgelerin neredeyse evrensel bir geçerlik kazandığı Rönesans ve Rönesans sonrasına ilişkin sanat tartışmalarında özellikle belirsizdir.

Bu dönemler için bu kavram, belirli bir üslubun kapsamında olup da Klasikçilik'le ilişkili estetik nitelikleri en çok sergileyen yapıtlar için karşılaştırmalı bir anlamda kullandır. Örneğin, 17.yy BAROK sanatı hareketlilik ve duygusal yoğunlukla belirginleşir. Buna karşılık Barok Klasikçiliği'ne ait yapıtlar tipik Barok yapıtlara oranla daha ölçülü ve durgun bir görünüme sahiptir. Bu anlamda, her dönem değişik oranlarda bir Klasikçilik sergileyebilir.

Klasikçilik çoğu kez kuramlara bağlıdır ve bu nedenle akılla kavranması gereken bir sanattır. Rönesans döneminde sanatçılar kendi toplumsal durumlarını geliştirmek ve kendilerini eski ve baskıcı sanat loncalarından (-»LONCA) kurtarmak istemiş, sanatın yüksek bilimler düzeyinde soylu bir meslek olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu savı desteklemek için, sanata bulmaları gereken akılcı nedeni de Aristoteles ve Horatius gibi eski yazarlara bağlamışlardır. Bu yazarlar edebiyat kuramı geliştirmişlerdi ama, kuramlarının pek çoğu görsel sanatlara da uyarlanabilirdi. Onlar özellikle doğayı ide-alize etmişlerdir. Anormal ve keyfi olandan nefret etmişler, bir temanın geliştirilmesinde düzeni ve açık seçildiği vurgulamışlardır. Her ne kadar bu düşüncelerin ipuçlarını Rönesans sanat kuramlarında bulmak olanaklıysa da Klasikçilik kategorilerini sanatsal yetkinliğin bir kıstası olarak kullanma eğilimi 17.yy'da ortaya çıkmıştır, lö.yy sanatı bağlamında bu kuram VENEDİK OKULU'nu, DOĞALCILIK yoksunluğu ve açık seçik olmayışı nedeniyle suçlamıştır. Flaman (BELÇİKA) ve Felemenk (HOLLANDA) resmi de aynı nedenlerle ve aynı zamanda GROTESK'e duyduğu eğilim nedeniyle eleştirilmiştir. En üstün yapıtların ise, lö.yy'in ilk dönemlerinde İTALYA'da özellikle RAFFAELLO ve izleyicileri tarafından Roma'da yaratılanlar olduğu kabul edilmiştir. 17.yy için POUSSIN'in yapıtları Klasikçilik'in en iyi örnekleri olarak görülmüştür. Kendi estetik ölçütlerini kullanan modern sanat tarihçileri de Raffaello ve Poussin'i geç Batı sanatının en klasik sanatçıları olarak kabul etmektedirler. Bu durumda modern estetik standartlar, klasik entelektüel ölçütlerle benzeşmektedir.

Ortaçağın başlarında Karanlık Çağ olarak nitelenen dönemde Batı'daki Klasik sanat ve kültüre ya hiç önem verilmemiş ya da örnekleri tahrip edilmiştir. Ancak Kutsal Roma-Germen imparatoru Charlemagne (Şarlman) döneminde (800-814) Klasik geçmişi yeniden canlandırma yönünde belirgin bir çaba gösterilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder