23 Eylül 2011 Cuma

Sanat eserlerinin ortaya çıkış sebepleri

Sanatın Amacı
Gorki’ye göre, uygarlığın temsilcileri üç çeşittir : İşçiler, bilginler ve sanat­çılar. İşçiler demire ve çeliğe hayat verirler ve gelişme ile ilerlemenin maddî önkoşullarını sağlarlar. Bilginler tabiatı araştırırlar Ve birinci tabiata dayanarak ikinci bir tabiatın nasıl yaratılabileceğini halka öğretirler. Sanatçılar insanıniç dünyasını yâni insan ruhunu incelerler ve insanların içindeki iyiyi ve kötüyü gösterirler. Böylece bilim gibi sanat da ikinci bir tabiat yaratır, yalnız şu fark­la ki, bilim insanı çevreliyen tabiatı değiştirdiği halde, sanat insanın içindeki tabiatı değiştirir; diyen Dimitrios Fotiadis sanatçının rolünü şöyle anlatır:
Her büyük sanat eserinin yaratıcısı ile binlerce insan gizlice işbirliği halin­dedir. Eser ne kadar iyi olursa, gizli yardımcıların sayısı o kadar yüksek olur. Bu suretle her büyük eser yalnız bir kişinin değil, bütün bir ulusun dehasını kavlar. Eser bir ulusun ülkülerini, maddî ve manevî durumunu, toplumsal bün­ye ve evren görüşünü açıklar.
Hasta romantiklerin sandıkları gibi, sanatın amacı mutlakı gerçekleştirmek midir, ozan her yasanın üstünde midir? Bu görüş üzerinde, ancak insan kendi­sini saran çevre ile hiç teması olmaksızın, ister hisleriyle, ister düşünceleriyle yaşamak imkânını verecek yeteneklere sahip olduğu takdirde tartışılabilir. De­mek ki sınırsız bir istem özgürlüğü asla yoktur. Bundan dolayı kanımızca yazar, emeğini esirgemeden yaşadığı çağın tabiat ve toplum koşullarını incelemek zo­rundadır. Böylece yazar, yarattığı esere en geniş özü vermiş olur. Şunu unutma­mak gerekir ki, tabiatı ve kendini aşmak için durmadan savaşan insan -ve tabiî yazar ve sanatçı- gerçekten özgür sayılır. Bundan ötürü de gerçek sanat, tabiat güzelliğini kölece taklit etmek hevesinde değildir, daha yüksek bir güzelliği tak­lit etmek amacını güder. Şunu da unutmamalıdır ki, sanatın ulusal karakteri onun kişisel karakterinin üstündedir. Onun da üstünde uluslararası karakter bu­lunur. (Kişilik - Ulus - İnsanlık). Bir sanat eseri ancak böyle üçlü bir biçimde yaratılabilir. Toplumsal kişilik, toplumdan uzak, toplum dışında var olamıya-cağı gibi, sanat eseri de bütün insanlık dışında var olamaz. Aynı suretle, sanat­çı da biçimde ulusal öğeler olmaksızın ve uluslararası bir öze sahip olmaksızın bir eser yaratamaz. Bundan dolayı, eninde sonunda, sanatta kişilik üslûbu, mil­liyet biçimi, insanlık da özü temsil eder.
Bir sanat eserinin değerli olabilmesi için, araştırmanın ve kültürün gerekli olmadığı, ancak yeteneğin yeterli olduğu görüşü, çalışmak ve okumaktan kor­kanlar için kolay bir görüştür. Hayatı bütünü ile kavramadan, tabiat ve toplum yasalarını bilmeden büyük eserler yaratmanın önkoşullarından olan evrensel akın düzenini elde etmek mümkün değildir. Büyük bir eser yalnızca yetenek ve mutlu bir esin sorunu değildir. Çağımızın üçüncü yüzyılında yaşamış olan Longin «Yücelik üzerine» başlığını taşıyan biricik eleştiri yapıtında, bilimsiz sanat olamıyacağını açıklayan ilk adam olmuştur. Sanatçı ancak bu sağlam te­mel üzerinde öbür yeteneklerini yükseltebilir. Yoksa onun yetenekleri ne olursa olsun, hayatın bütünü ile kavranması sonucunda elde edilen dengeli bir uyu­mun yardımından yoksun kalır. Oysa ancak bu dengeli uyum en iyi sonuçları sağlayabilir.
Bilgilerle kuşanmış bir sanatçı; çağının bütün sevinç ve acılarını rahatça benimser; bir ülkü uğruna yapılan özverinin yüceliğini olduğu gibi, bir kadının hazin yüzündeki gülümsemenin güzelliğini de hisseder; ulusun özgürlük ve hak­ları uğrundaki savaşanların kahramanca coşkunluğunu olduğu gibi, tarihi ol­mayan sade bir çiçeğin öyküsünü de hisseder; ölümle korkmadan yüz yüze gelir ve aynı zamanda elimizi sıkan ve sözden çok daha anlamlı olan dost elini de hisseder. Sanatçı, kitlelerin büyük facialarını ve aynı zamanda adsız kalan kü­çük acıları, insanlık için kurduğu tasarılar yanında sılası olmıyan özlemleri de hisseder. Sanatçı her şeyin, büyük şeylerin ve önemsiz şeylerin alıcısı ve vericisi olmalıdır. O yalnız fırtınada değil, güzelliğin her fısıldayışmda ve hem içten, hem dilden gelen en hafif meltemle bile titreyen bir anten olmalıdır.
Sanatçı aynı zamanda gerçek uğruna yapılan savaşın ön hatlarında yer al­malıdır, işkence görenlere silâhsız olarak kalkan olmalıdır. Adaleti korumak yo­lunda yapılan bir protestonun, eserinde ebediyen yaşayacağını ve hiç bir şeyin onu susturamıyacağını hissetmelidir. Bu başkaldırma yüzyıllar boyunca anıla­caktır.
Hayır, sanatçının rolü pasif olamaz, aktif, enerjik olmalıdır. Uygarlık su­larında bekliyen bir savaşçı olmalıdır o. Savaşçının hayatı bir düş hayatı olamaz, onun hayatı, yaşama savaşı ve onun canlı ve somut anlatımı uğrunda yaşanan bir hayat olmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder