17 Eylül 2011 Cumartesi

Cumhuriyet ve Halifeliğin ilişkisi nedir - Aralarındaki farklar

CUMHURİYET


Cumhuriyet; halkın egemenliği elinde tuttuğu ve belli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimidir.


Cumhuriyet sözcüğü Arapça bir sözcüktür ve “cumhur” kökünden türetilmiştir. Cumhuriyet bir demokrasi biçimidir ama demokrasiyle yönetilen her ülkede cumhuriyetin geçerli olduğu söylenemez. Örnek vermek gerekirse; demokrasiyle yönetildiği halde bir meşruti krallık olan İngiltere’yi söyleyebiliriz.Günümüzde dar anlamda “cumhuriyet” kavramı devlet başkanının belirli bir süre için, doğrudan ya da dolaylı olarak halk tarafından seçilmesine dayanan hükümet biçimini içerir.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çalışmaya başlaması ile yeni bir Türk devleti kurulmuştur. Ulus egemenliğine dayanan ve demokratik yapıya sahip olan bu devletin cumhuriyet ismini taşıması gerekiyordu. Fakat ilk zamanlar tarihi ve siyasi zorluklar nedeni ile bu adın söylenmesinden çekinilmişti. Çünkü o dönemlerde meclisin çoğunluğu padişahın gücünü kabul ediyordu. Devletin ismi yoktu. Hükümetin ismi TBMM Hükümeti idi. Meclis başkanı Hükümetin de başkanı idi. Bu durum, devlet başkanlığını bir dereceye kadar boş göstermekteydi. Bazı çevreler halifeye devlet başkanı yetkilerinin verilmesiyle, hilafet makamının güçlendirilmesini istiyorlardı. Dış devletlerde de, Türkiye’nin devlet teşkilatını henüz tamamlamamış olduğu fikri vardı.Bu duruma son verilmesi gerekiyordu.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlet yönetimi monarşi ve teokrasi ilkelerine dayanıyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da kurulan hükümet sistemi, adı resmen cumhuriyet olmamasına ve meclis başkanı dışında bir devlet başkanı bulunmamasına karşı fiilen bir cumhuriyetti. “Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun” olduğu ilan edilmiş, devlete egemen olan siyasal iktidarın kaynağı da dine değil, laik bir temele bağlanmıştı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türk devletinin yönetim biçimi kesinlik kazandı ve 1921 Anayasası’nda (1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu) yapılan değişiklikle, 29 Ekim 1923’te cumhuriyet resmen ilan edildi. 1921 Anayasası cumhuriyet rejiminin gerektirdiği bütün koşulları tam anlamıyla sağlayamadığı için 1924 Anayasası (1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu) hazırlandı ve bu anayasanın birinci maddesinde “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” hükmü kondu. Ayrıca, 1924,1961 ve 1982 Anayasalarında, birinci maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin de önerilemeyeceği hükmü getirildi.

Cumhuriyetin ilanı ile Yeni Türk devletinin adı kondu ve böylece devlet rejiminin nasıl olacağı konusundaki tartışmalar son buldu. Cumhuriyet yönetimi Türk tarihinde yeni bir dönemi başlatmıştır. Ayrıca demokrasi ve cumhuriyet kavramları da birbirine karıştırmamalıdır. Cumhuriyet bir biçimi, demokrasi ise içeriği ifade eder.

HALİFELİK


Tarihsel olaylara geçmeden önce hilafet sözcüğünün sözcük anlamınından bahsetmek gerekirse; hilafet, herhangi bir işte birinin yerine geçmek, ona vekalet etmek, ona halef olmaktır. Halife sözcüğü ise herhangi bir işte birinin yerine geçen, ona vekalet eden kimsedir. Halifelik, Hz. Muhammed’den sonra Müslümanlar’ın yönetimini üstlenen kurumdur. Hz. Muhammed’in zamanında Müslümanlar’ın sorunlarını çözecek, dinsel birliği koruyacak bir kuruma gerek olduğu ortaya çıkmıştı. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra toplumun ileri gelenleri Hz.Ebubekir’i halife seçtiler. Hz. Ebubekir kendinden sonra halife olarak Hz. Ömer’i önerdi. Hz.Ömer kendinden sonraki halifenin seçimi için bir seçiciler kurulu oluşturdu. Hz.Osman bu yöntemle seçildi. Hz.Osman’ın ölümünden sonra halife seçimi sorun oldu. Müslümanlar’ın bir kısmı Hz. Ali’yi halife tanıdılar bir kısmı ise buna karşı çıktı.Ve bu çekişmeler bir iç savaşa yol açtı. Hz.Ali’nin öldürülmesinden sonra büyük boyutlara ulaştı.

Şam Valisi Muaviye halifeliğini ilan ettikten sonra Hz.Ali yandaşları bunu tanımadılar ve her iki gruba da karşı da karşı çıkan Hariciler de yeni bir halife seçilmesini istediler. Muaviye durumunu gittikçe sağlamlaştırarak halifeliği babadan oğula geçen bir kurum haline getirmiştir.

Şiiler Hz.Ali soyundan gelenleri halife olarak tanımışlar.Hariciler ise her iki topluluğa karşı da sert davrandıklarından aynı şekilde karşılık görerek kıyıma uğramışlar. Bunun üzerine hukukçular halifeliğin meşru sayılması görüşünü ortaya atmışlar. Abbasiler de halifeliği bu yolla Emeviler’den almışlardır. Şii kökenli Fatımiler 920’de Tunus’u ele geçirdiklerinde ayrı bir halifelik merkezi yaratmışlar. Bunun üzerine Endülüs Emevi hükümdarı III. Abdurrahman’da 929’da kendini halife ilan etmiştir. Öyle olunca da, dönemde üç halife ile Şii imam aynı anda varolmuştur. Bu karışıklık 1258’de Bağdat’ı ele geçiren Moğollar’ın Abbasi Halifeliği’ne son vermeleriyle yeni bir biçim almıştır.

Abbasi halifelerinden Zahir’in oğlu Anmed, Memluklar tarafından halife ilan edilmiştir. Bundan sonra halifelik Sünni Müslümanlar arasındaki birliği simgeleyen göstermelik bir kurum olmuştur. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim 1517’de Mısır’ı alarak Memluk egemenliğine son vermiş ve halifeliği devralmıştır. Bunun üzerine Osmanlı padişahları uzun süre halife sanını kullanmamışlar fakat devlet parçalanmaya başlayınca bu kurumdan yararlanmaya çalışmışlar. Pek de başarılı olmayan bu çabalardan sonra TBMM önce 1922’de saltanat ile halifeliği birbirinden ayırmış, saltanata son vermiştir. 3 Mart 1924’te kabul edilen kanunla da halifelik kaldırılmıştır.Yeni Türk devletinin ulusal egemenlik ve laiklik gibi iki temel ilkesini korumak için hilafeti kaldırmak gerekli görülüyordu. Ulusal egemenliğe ve laik devlet yapısına uymuyordu. T.C’nin varlığının temel ilkesi olan “halk egemenliği” ilkesi zaten hilafetin yaşamasına izin veremezdi.

Halifeliğin kaldırılmasıyla,devlet yapısının laikleşmesi için önemli bir adım daha atılmış oldu. Türk milletini çagdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak için cumhuriyetimiz dinamik bir yapı kazandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder